25 Kasım 2010 Perşembe

UZUN UZUNDU DERDİM DERMANIM BENİM

UZUN UZUNDU DERDİM DERMANIM BENİM


İzmit’te eski tren yolunda
Bankalar Caddesinde
Elim kolum bağlı
Çaresizdim
Akşamüzeri
Akşamüzeri
Kırk çeşit ışık yanıyordu
Kırk çeşit insan seli
Aldatıyordu beni
Darmaduman kalabalık
Kargaların bedi sesleri ürpertili
Bir köşede öylece durdum
Durdum da
Güvercinlerin aşk’a kanat çırpışlarını seyre daldım



Kasım ayı sonu Doğu ve Batı çınarları nasıl da çıplak
Ağaçlar da üşür… Hicazda kalsa da sızılar
Uçuşan kuru yaprakların ardından koşan
Çocukları da güzelce gördüm…



Bir garip serçeydim
Koşturuyorduk
Kadın /adam
Yeni yetme, olgun
Dalından koptu kopar
Siyahî mor üzümler
Koygundu
Kanamaktaydı yaralar
Kanamaktaydı yaram
Ah yine boynum tutuktu
Ne aşağıya ne yukarıya
Dönmüyordu sağa sola
“Ay ışığında.. Ay ışığında “
Ah ninem
Aman bi çıkar bir yol ..
Yolcuyuz yolcu öylesi AĞYAR
Yolcuydum bir cepheden cepheye
Yolcuydu katmanbulutlar
Yolcuydu mühimmat yağmuru
Yolculardan ıslanmayan kalmamış
Hancıydı bir sürü kâğıt parçası
Sıralı dağlar gibi bankaların camları yeşil
UZUN UZUNDU KUYRUKLAR
Ömrübillâh borçlunun nevri sarı
Asgari tutar ödenmekle bitmez
Asgari tutar ödenmekle bitmez



Bir garip serçeyim
Serkeş yürekli
İlle velâkin
Saçak altında
Akşamüzeri
Akşamüzeri

Bir yabancı bank'ta ve bank'a da...
..
Eğilir mi o baş diyordu
Eğilir mi o baş diyordu
Bıyıkları ağarmış bir genç


Denizlerin adları AKDENİZ olan
Eğilir mi hiç o baş


Sevdiğim ..
Uzun uzundu derdim derdim
Dermanım gün ola harman ola
Elbet bir gün bir kapı tokmağı
Bir aydınlık sokağa açılır



Bizim üçün
Şu dünyada
Bi sağlık
Bi huzur isterim
Cebimde kuruş olsun
Malum paşam
Malum paşam



Nil Alaz

13 Kasım 2010 Cumartesi

PÜF



PÜF


HAYAT BU: Küçük kumrum / İLKİN YAĞMURLARI ÖPMELİ / İliklerine kadar ıslanmalısın..

HAYAT BU: Öğretici
Yürümeli / Yürümeli

HAYAT BU: Kuru sözler / Kuru çayırlar /Kuru duvarlar / Kuru üzümler / Armut kurusu / Kurt yeniği düşmüş zaaflar

HAYAT BU: Kıran kırana / Mukavemet koşusu / Yarık ve çatlaklar içerisinde / Gece kanını emer / İnsanlara saldıran / Tahtakuruları ile yaşamak zordur..

HAYAT BU: Fındıkkıran / FİLİZ kıran

HAYAT BU: Bir karabasan / Bir karasaban

HAYAT BU: Sen incisin / Ben zümrüt / O’nlar nar tanesi / Kıratını ölçmek gerek

HAYAT BU: Kıtalar arası / Perde aralığı / Bi maskara / Ama / Açık hava müzesi

HAYAT BU: Dövülmüş / De git / Yalıtkan maden yünü

HAYAT BU: İp merdiven

HAYAT BU: Islahhane

HAYAT BU: Okyanus çukuru / Okyanus mavisi / Okyanusya

HAYAT BU: Tamburacı / Tamburacı / Tambur majör

HAYAT BU: Okus pokus / Oldu olacak / Saydam resim
( Sağır kapı / Sağır pencere ) Sağ kolum / Sağistemim


HAYAT BU: Küçük kumrum / Yağmurları öpmeli / Ve çamurları kimseye sıçratmadan uçmalısın ..


Devam edecek…

Nil Alaz

23 Ekim 2010 Cumartesi

Tundramda Yeşil Çalı

"Her şey insan için. Kim ki neyi saklar, biriktirir, bir insanın eksiğini kurar saklayan insan. Birinin fazlası birinin eksiğidir.


Ah be UMUT
Elin koynunda, elin darda ama
"kolay kolay ölmezsin"demiştim sana
Boşver espaslarda arama insan


Ah ne DENİZ
Muhterim dalgalar
Yağmur ve gözyaşı
Birinci (ikinci) elden
Kalbimiz kırık


Ah be GÖNÜL
Mazi öğretmenim
daha neler neler göreceğiz
Tundramda cılız sarı çalı
Hayat ekseri kelleri tıraş eder
Başçıklar dallarda yandı


Ah ne GENİŞ ZAMAN
Erkeği kadını gerdan kırmakta
Bıyıklı bıyıksız balıklar
Barbunya, tekir, palamut sürüsü
..İşte, falan feşmekân..


Ah be DAR ZAMAN
Önümüzde yılandili çatallı yol
Çıplak ayaklı kırmızı çamurlarda oynar
Toprak anamın ak sütüne hasret
Hayalimde kaldı beşuş çocuklar



Ey MEYDANSAZI dünya



MAVİ - tozlu -kasketine çiçek ekeyim



Nil Alaz

21 Ekim 2010 Perşembe

DERMEYAN







DERMEYAN

Ne âlâ ne denli muhafazalı köysün
Dermeyan gönül
Kızıl ötesisin kızıl

Kime sorsam günü gününe
Geleni geçeni fena dağlarsın
Kın kanatlı aksak ayaklı
Tınmaz melaike
- Dost -

“Mahkeme kadıya mülk değil”


Nil Alaz


18 Ekim 2010 Pazartesi

GECE YANIĞI








FA Kokulu KADAVRALAR




Kayıtlara geçmiş “kimsesiz bir kadın”
“adli kovuşturmayla ilgisi olmayan bir erkek”
FA kokusu sarmış etrafı



İlk kimsesiz kadının göğsünden açtılar
Söyleniyor yüreği;




Kadın:

Ayıptır
Ayıp
Açıp da kimseye gösteremiyorsun
Yavrucağın … yarası


Erkek:

Birikim serzenişler
Gece yanığı
Önce ruha
sonra tüm vücuda yayılır
İnatçı ateş
Kızarık ve
Şeffaf su kabarcıkları
Acısı hiç çekilmez
Orada burada
Ne gizli çiçekler açar



Kadın:

Sevgisiz açan çiçeklerin boynu bükük
Bordoya çalıyor tüm renkler
Gürül gürül aksın isterse dünya
Uzun zamandır çok kederliyiz
İçimize sinmiş yanık kokusu


Erkek:

O yanık kokusu
Geceden kalmış sarhoş
Parlayan yıldızlara bak
Üflesen sönmez


Kadın:

Gülün kalbi bi hassas
HAYAT işte
İyi kötü
Bi terzi
Heykeltıraş


Erkek:

Kışlalarda dolu erat
Otlar da yemyeşildiler
Kişneyerek
Tırıs koşardı
Tek boynuzlu atlar
Beyaz atlar
Siyah Atlar
Yabansı atlar
Simsiyahlar


Kadın:

Balıklar
Ah balıklar
Gümüş pullu
Uçan balıklar
Azgın suları
Yararak aşardılar

Denizler dar geldi
Kaçamadılar
Ağlara yakalandılar
Topluca gemiye çekildiler


Erkek:

Sevdanın omurgası
Ah kılçıklar
Ah Kılçıklılar
İnsanlarrrr
İnsanlardı


Kadın:

Mavi mühürlüydü gözleri
Değirmentaşı ömrü öğütür
Kapının arkasında asılı duran torba
Zulada hazır ol da bekleyen ölüm


Saklı umutlar pek sahipsizdi




Erkek:

Ah FA
Sonbahar yağmuru
Mühremin damlalar
Mübayenetten
Her zerremize işledi
Gözlerimiz sulandı
Burnumuz, boğazımız yandı



Kadın:

Kapat gözlerini sıkıca kapat
Görmeyeceksin, duymayacaksın
Sokmayacaksın burnunu sağa sola
Bu dünyada bitarafsan bertarafsın

Toprağı özledim…
Çoluk çocuk çiçekleri


Erkek:



Acar iken de kalbini deşerler
Sahipsiz isen de makûs kaderin
Kaçamazsın, bırakmazlar


Özlemin ardışık kapıları




Yağmur ve Gözyaşı

Nil Alaz


5 Ekim 2010 Salı

BİLİNÇ









BİLİNÇ

(Os. Şuur, İstiş'ar, Zamir, Hatır, İdrâk, İlim, Vukûf, Vicdân, Hissi bâtın, Hissi nefis, Akide, İtikat, İnsâf, Derûn; Fr. Conscience, Al. Bewusstsein, Selbstbewusstsein; İng. Consciousness, İt. Coscienza) İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı.

1. Etimoloji: Osmanlıca şuur anlamını veren Türkçe bilinç terimi bilmek mastarından, Osmanlıca vicdan anlamını veren Türkçe bulunç terimi bulmak mastarından türetilmiştir. Bu türetimde Osmanlıca terimlerin Arapça anlamları göz önünde tutulmuştur. Her iki anlam da Hind-Avrupa dil grubuna bağlı Fransızca, İngilizce ve İtalyancada aynı terimle dilegetirilir. Terim, Hind-Avrupa dil grubunun kesmek ve yarmak anlamlarını veren skei kökünden türemiş, Latince aynı bilgilere sahip olduklarından ötürü kişiler arasında kurulan dayanışma anlamını veren conscientia sözcüğü aracılığıyla bu dillere geçmiştir. Terimin bu dillerdeki ilk anlamı bulunç (Fr. Conscience morale)'tu, sonradan bilinç (Fr. Conscience psychologique) anlamına kaymıştır.

2. Metafizik: Metafizikte bilinç insandan bağımsız bir güçtür ve insana verilmiştir, evrensel ya da Tanrısaldır. Metafizik düşünme dizgesi içinde yer alan idealizme göre de bilinç, maddeden ayrı ve bağımsız bir güçtür. Bu savda temellenen idealizm antikçağ Yunan düşünürü Anaksagorasla başlar. Anaksagoras nus adı altında bir evrensel us düşünmüş ve onu maddenin karşısına koymuştur. Aristoteles'in deyişiyle, "Anaksagoras, nusun yaratan ve maddenin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken nus gelip düzenlemiştir". Bu anlayış, bilinç'le maddeyi birbirinden tümüyle ayrı şeyler sayan Descartes'dan geçerek, onu, evrenselleştiren Hegel'de ulaşır. Hegel'e göre önce evrensel bir bilinç vardı ve bütün doğa bu evrensel bilincin ürünüdür, doğa diyalektik evriminin sonunda, gene bu bilince ulaşarak kendi kendini tanıyacak ve evrim böylelikle son bulmuş olacaktır. İdealist akımın karşısında yer alan ve antikçağ Yunan düşünürü Demokritosla başlayan materyalist akım, kaba ya da Vülger materyalistler adıyla adlandırılan bilim-öncesi materyalistlerinin bilinç'i maddeyle aynılaştırmalarıyla uçlaşır. Bunlara göre de, "Karaciğerin safra salması gibi beyin de bilinç salar". İdealist akımın düştüğü yanılgı kadar yanlış olan bu sonuç, bilim-öncesi materyalistlerinin gerçekte tekyanlı metafizik düşünme sistemine baglılıklarından doğmaktadır.

3. Ruhbilim: Ruhbilimde bilinç terimi, öznenin kendini sezişi ya da kendinin farkına varışı anlamında kullanılır, algı ve bilgilerin anlıkta izlenmesi süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda bilinç, usun kullanılmasıdır. Ruhbilimsel açıdan insan, kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir. Türk Dil Kur umunca bilinç'le ilgili çeşitli ruhbilim terimleri önerilmiştir (Bk. Ruhbilim Terimleri Sözlügü, TDK. yayını, birinci baskı, s. 35-36): Anımsamayı sağlayamayacak aşamadaki öğrenme bilinçdışı öğrenme (İng. Subliminal learning), belli bir anda insanın aynı zamanda algılayabileceği nesnelerin toplamı bilinç genişliği (İng. Span of consciousness), bilinç sürecini denetlediği ilerisürülen beyin yeri bilinç katı (İng. Seat of consciousness), hekime duyulan güvensizlik ya da utançtan ötürü verilmesi gereken bilgileri saklama bilinçli direnç (İng. Conscious resistance), bir küme yaşantının ötekilerden ayrılarak kendi içlerinde örgütlenmesi bilinçliliğin bölünmesi (İng. Split-off consciousness), nesne ve olaylara karşı uyanık bulunma durumu bilinçlilik (İng. Consciousness), belli bir anda bilinçte bulunmayen ama anımsanıp bilince çağrılabilen anıların bilinçteki yeri bilinç öncesi (İng. Foreconscious, Preconscious), Fröydcülüğe göre baskıya alındıklarından ötürü doğrudan anımsanmamakla beraber gizli yollardan bilinci ve davranışları etkileyen etkenlerin tümü bilinçsiz bellek (İng. Unconscious memory), kişinin bilincinde olmadığı ve ancak davranışlarıyla yansıtabildiği eyleme geçme isteği bilinçsiz güdülenme (İng. Unconscious motivation) terimleriyle dilegetirilmektedir.

4. Diyalektik: Diyalektik materyalist felsefeye göre bilinç; insanın düşüncesi, duygusu, iradesi, karakteri, heyecanı, anlağı, kanısı, sezisi vb. gibi bütün anlıksal süreçlerinin toplamıdır. Nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır. Maddesel olan insan beyninin bir özelliğidir. Önce maddesel doğa vardı. Doğasal evrim insana ve bilinç'e kadar gelişti. Bilinç elbette doğasal, eşdeyişle maddi bir üründür ama maddeyle ayrılaştırılamayacağı kadar aynılaştırılamaz da. Nitekim çocuk da annesinin ürünüdür ama annesinin aynı değildir. Bilinç, toplumsal bir üründür ve dil'le sımsıkı bağımlıdır. Dil olmaksizin bilinç de olamaz. Çünkü dil, başkaları için gerçekleşen pratik bilinçtir. Hayvanın ön ayaklarının elleşmesi ve ellerin emekte kullanılmasıyla başlayan insanlaşma, zorunlu toplumsallaşma olgusundan geçerek, dil-bilinç olgusunu meydana getirmiştir. Bilinç olgusu, insanların yaşma biçimlerinin ürünüdür. Öyleyse pek açıktır ki bilinç, insanların yaşama biçimlerini yansıtır. Ama bilinç sadece yansıtmakla yetinen basit bir ayna değil, belirmesiyle birlikte diyalektiğe girmiş etken bir güçtür. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama saray koşullarından doğan saray düşüncesi de saray koşullarını etkiler ve değiştirir. Marksist diyalektik ipinin iki ucundan biri eylem (pratik), öbürü de bilinç (teori)'dir. Çeşitli yanlış anlamalar ve yorumlar bu ipin iki ucunu birden elde tutamamaktan doğmaktadır. İnsansal girişkenlik (Fr. Initiative), bilinç'le gerçekleşir. İnsan, olaylardan oluşan bilinciyle o olaylara egemen olabilir. Bilim-öncesi felsefede insanların yaşarna biçimleri düşünme biçimleriyle açıklanırdı, oysa düşünme biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan, bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki, bilinç'li etkenliğiyle yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamıştır. Hiç bir şeyi değiştiremeyen hayvansal çabayla her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki tek fark, insansal çabanın bilinç'li oluşudur. Engels şöyle der: "Bilinçli amaç, istenmiş bir erek olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez". Bilinç, insanın, kendisini çevreleyen şeyleri farketmesini, algılamasını ve algıladıktan sonra kavramasını gerçekleştirdiği gibi istemesini ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir. Marx da Alman İdeolojisi adlı yapıtında şöyle der: "İşte ancak şimdi, yani temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağını gözden geçirdikten sonra insanın bir de bilinç'i olduğunu görüyoruz (Marx'ın saptadığı temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağı: 1. ihtiyaçları karşılayan araçların üretimi, 2. Yeni ihtiyaçlar üretimi, 3. Soyun üretimi, 4. İşbirliği, eşanlamda belli bir üretim tarzı üretimi uğraklarıdır. O. H.). Ama gene de bu, arı bir bilinç değildir. Çünkü ruh, daha başlangıçta hava tabakaları, sesler, kısaca konuşma biçiminde beliren maddenin yükü altına sokulmuştur. Bilinç ne kadar eskiyse dil de o kadar eskidir. Dil, başkalari için varolan ve ancak bundan ötürüdür ki benim için de gerçekten varolan pratik bilinç'in ta kendisidir. Dil, tıpkı bilinç gibi, başkalarıyla ilişki kurma zorunluğundan doğmuştur. Nerede bir ilişki varsa orada insansal bir şey vardır. Hayvanın hiç bir ilişkisi yoktur, hayvanın başkalarıyla ilişkisi onun için bir ilişki değildir. Demek ki bilinç, başlangıcından beri bir toplumsal üründür, insanlar varoldukları sürece de öyle kalacaktır". Demek ki insan topluluğunun dışında insan bilinci olamaz. Bilincin ürünü olan düşünce de, kendisinin maddi iskeleti olan dilin dışında varolamaz. Bundan ötürü bilinç, ilk anından beri dil temeli üstünde biçimlenir. Engels, konuşmanin ortaya çıkışının, maymun beynini adım adım bilinçlendirerek insan beynine dönüştürdüğüne özellikle dikkatleri çekmiştir.


Felsefe Ansikopedisinden



20 Eylül 2010 Pazartesi

Hişt, Hişt! Sait Faik Abasıyanık



Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Hişt hişt!

Hişt hişt!

Hişt hişt!



http://www.derkenar.com/kitapkurdu/hist-hist/



16 Eylül 2010 Perşembe

Şiir Boşanması V







Sana yakın

biz karanlıklar üzere AYdık ayıldık
yarSIN ve yaraSIN

sevdiğim
tatlı suda tuzlu suda
tersine yüzen bir balıktım
gümüş rengi pullarım

sana yakın sana yakın
ilk değildi gözlerime değişin
akdenize akan bir nehirdim
marmara da boğuldum


nil alaz








13 Eylül 2010 Pazartesi

Gül Güpgüzel 18 yaş

Ayşe’m

Aldırma sen aldırma
Dinleme ezansız yağmurları
Yüreğimde ezimevi
Kızılcadişi
Kızıl dişli şiirlerim
Sana bırakacağım tek miras

Gülgillerden
Göğüs ingini bu yaşlar
Sevgi şefkat sabır ile
Seni damla damla biriktirdim
Daha çok su götürür bu hamur
Küçüğüm, nazlım yavrum benim

Ben el kapılarında kül dökerken içimde kor ateş
Sen el elinde kıvrılmışsın yoluma bakar dururdun bebeğim
Ayaklarımda salladım seni sabahları sabahlara ekledim
İki meme ağzında, uyanmayasın diye sağdan sola dönmedim
Ağlardın da kıyamazdım, bi gram aldığında bile dünyalar benim
Gülücükler saçarken ayak izin parmak izin delice sevinirdim
Sevinirim… Büyüdün… Büyüyorsun -2-4-6- 8

On sekiz
En güzel yaş
Gelişkin
Yeşil yapraklı yeşil
Gül çiçeğim gül
Gül güpgüzel gül

Aldırma dikenlere aldırma
HAYIR’lısınla kıvıl kıvıl
Uç kelebeğim uç

Kaldır başını dik
HAVAİMAVİ
Dünya senin




Annen seni çok seviyor…


Nil 13.Eylül. 2010

11 Eylül 2010 Cumartesi

VAY KURBAN

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...

Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardır umutsuz,
Hayreti uykularda,
Hayreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...

Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.

Sepetçioğlu'm bir kömür işçişidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç-mezattır,
Can, pazar-pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdayları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.

Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İpin, kurşunun rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...

Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ.
bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.

Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl-pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böylece yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü..

AHMED ARİF

30 Ağustos 2010 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL







MUSTAFA KEMAL

dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im

diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im

nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im


karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im

ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im

ATİLLA İLHAN




27 Ağustos 2010 Cuma

Love Me No More

http://www.vizyonfilmizle.net/4777-love-me-no-more-izle.html/comment-page-1#comment-19054

GEÇERİM

Geçen gençlik günlerine yanmıyan
Yok gibidir, bense bakar geçerim.
Yoku vara, varı hiçe gömerek
Her solukta bir gam yakar geçerim.

Durulmadı gitti belirsiz başım,
Kardaşımdan başka herkes kardaşım.
Kader, zaman, kader, hicrân yoldaşım,
Dertli ırmak oldum, akar geçerim.

Devrin siyâseti pek saçma sapan,
Pişirdiği pazarlıklar çok yavan,
Matbu’atın ocağında kaynayan
Kazanlara bir kulp takar geçerim.

Araştırdım hakiykat notlarında,
Yok bir ma’na dehrin vur tutlarında,
Şi’rimdeki duygu bulutlarında
Bir şimşeğim, hicrân çakar geçerim.

Göz kapamam hiç bir Tûr’un nûruna,
Perde açtım İsrâfil’in sûruna,
Kalbimdeki yanan aşkın uğruna
Cehennemi yakar yıkar geçerim.

Anladın mı beni yakan o piri ?
Neyle meyle bak ne yaptı fakîri
Ebedleri kucaklıyan esiri
Ma’na gibi deler, çıkar geçerim.

Bulamazsın cevherimi bir kânda,
Gömülüyüm bir mukaddes nihânda,
Gönlümdeki ışığımla bir anda
Yüz bin Leylâ sever bıkar geçerim.

Neyzen gibi serserinin fakîyr’in
Mihrâbıyım içindeki zamîrin,
Men-Rabbüke diyen Münkir, Nekir’in
Defterini dürer, tıkar geçerim.

Tıp Fakültesi Hastahanesi 1337

Neyzen Tevfik

İSKELET

Sen, ey tarih-i millet, ey şehâdetnâme-i ecdâd,
Haber ver böyle günlerde, ederdin kimden istimdâd?

Uyan bir kerre bak mülke sen ey pürşân olan mazi,
Yıkıldı üstüne halin şu kanlı kirli enkazı.

Şu binlerce zinâ-zâde vatan bâziçe olmuştur.
Ocak’ lardan esâs-ı devlete kundak konulmuştur.

Sunuldu millete zehrâb-ı şer câm-ı cehâletle,
Yed-i İblis’i bûs etti eşekler hüsn-i niyyetle.

Mületevvestir bugün cümle devair siyn-ü zilletle,
Yazılmıştır vukûat-ı ahire hun-ı milletle.

Nezâretler, irâdetler verildi usta Cavid’ e.
O demde başladı aylıkları ehlince tezyîde.

Uyup her dâire kanuna çevrildi fırıldıklar,
Usûl-i darbı tuttu Meclis-i Milli’ de yardaklar.

Çıkıp kürsi-i istikrâza keşkûl dest-i devlette,
Beyân-ı nutkeden bir cenfedâdır râh-ı millete.

Davul boynunda halkın, parsayı bir kaç şakıy toplar,
Ki onlar da Cemâl, Enver ile Tal’ât gibi hoplar.

Kaçarlar, dîdeden olmak nihân onlarca bir şey mi?
Vatan uğrunda tebdil-i mekân onlarca bir şey mi?

Sadedden çıktım amma hâtıra bir fıkra gelmiştir,
Eğer tasdi’ edersem de geçilmez, çünkü pek nâdir.

Var imiş çingenede bir ayı, bir de maymun,
Oynatır bunları gündüz üçü birden memnun.

Olarak avdet ederler ahıra her akşam,
Gel, yoğurtsuz durmazmış, acıkırmış bu ağam.

Yolda bir kâse yoğurdu alarak saklarmış,
O çıkınca dışarı maymun onu haklarmış.

Her ne artarsa dibinde ayının çehresine,
Sürerek hem çekilirmiş köşede hücresine.

Kahveden vakti gelince çıkarak çingâne,
Uzanırmış, ahıra doğru, yoğurtla nâne.

Bir bakarmış ki içinde çanağın yeller eser,
Bu işi hangisinin yaptığını aklı keser;

Öyle yâ işte na maymun, yatıyor başta yular,
Ağzını burnunu durmaz öteki vîra yalar.

Yapışırmış sobaya çingene işte o zaman,
Dayağı yer ayı maymun köşede hande-kûnân.

Şu bir fıkra, fakat insan için şayân-ı ibrettir,
Gülüp de geçme, tetkik et, tamamen bir hakiykattir.

Adem – abâd-ı mâziden gelir bir nevha-i efsüs,
Sımâh-ı millete çarpar, duyan kim? Mevce-i kâbûs.

Bu halkın ruhunu, iz’anını boğmuş cehâletle,
Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.

Kanında kalmamış, ecdâdının aşâr-ı vicdânı,
Takılmış boynuna lavk-ı esâret, işte bürhanı.

Berât-ı acz-ü zillet cephesinde hilkaten mestûr,
Necât-û fevz-ü hürriyyet, zafer indinde hep menfûr.

Tereddüd gözlerinde bi kararîye işârettir,
Sözünden tab’-bî rengi nükûle bir alâmettir.

Koşar ser-der hevâ her bir leîmin mâverâsından,
Nedir maksad sorulsa bî haberdir mâcerâsından.

Edâninin elinde şerre âlet, hakk-ı mazlûma,
Ocak’larda tüner her dem müşâbih bûm-ı meş’ûma.

Dilinde metu-i fetvâ-yı cinâyet vird-i dâimdir,
Zulümle kan akıtmak sanki dinî bir merâsimdir.

Belâ-yı kahr-u istibdada teşne şu’lesiz gözler,
O kâbûs-ı girânı vuslat-ı canân gibi özler.

Ocak’da and içirmişler bu hun- lisan-ı ma’lüme,
Hep onlar âşinâ Merkez’ deki esrâr-ı mektûme.

Biçer elbette kendi ektiğin herkes bu âlemde,
Bekaa yok sûr-ı şâdîde ve nâşâdî-i mâtemde.

Fakat kaanun-ı hikmette budur şer nâme-i defter;
Fazîlet muhyi-i şâdî, cehâlet mâteme müncer.

Esâs-ı pâydâri-i vatan, devlet adâlettir,
Maarif- ilm-ü fen, san’at, birer bâb-ı sa’adettir.

Belâ-yı cû’ ile endîşe-i ferdâ sokaklardan,
Temessül eylemiş, şekl-i ahâlide geçer her an.

Bütün gün milleti ta’kib eder bir div-i nevmîdî,
Girer sakf-u cidârından büyûtun tayf-ı tehdidi.

Emeller tîşe-i gamla kazılmış hufrede medfün,
Gönül küskün, kararmış dîdeler, erbâb-ı hak mescûn.

Açılmış dest-i eytâm-u erâmil arş-ı Rahman’a,
Kapanmış perde-i bu zulmistan-ı hüsrâna.

Şikâyet var, mehâkim yok; maraz çoktur, devâ mefkûd,
Belâ çok, def’ eden yoktur, yanar belde, sular mesdûd.

Giden gelmezse serhadde gelen de dönmez elbette,
Firâr etmişse askerden karar eyler şakavette,

Sadakat, hüsn-i hizmet hep mükâfata mukabildir.
Güler yüz, iltifât, ihsan-u eltâfa muadildir.

“Görüp ahk3am-ı asrı münhârif sıdk-u selâmetten
Çekildim izzet-ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.”

Deyen şu Dâhî-i â’zam, rehâ peymâ-yı millettir.
Açıp tarihi kabristanda say emsâlini bir bir:

Dayak, zindan, nefiy, gurbet, mezâlim, katl-u istibdâd.
Hakiykat ehline tatbiyk olunmak bizdedir mu’tad

Evet üç beş deni meydân-ı idlâle atılmıştır.
Hemen beş on beyinsiz bu eracîfe takılmıştır.

Cehâlet perde-pûş-i nazra-i idrâk-ü isti’dad.
Rezilet, sâlib-i şerm-ü hacâlet herçibâdabâd.

Âtaletten uyuşmuş mâr-i sermâ-dideye benzer,
Hazîz-i meskenetten sem saçar bu mel’anet göster.

İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedâbire,
Pes-ü belâsını görmek gelir güç çünkü hınzîre.

Şu on yıllık idâre sarstı mülkü taâ esâsından.
Anasır da vilâyetler gibi ayrılmada her an.

Açıldı saf-be saf harb-ü sefer hâriçte, dâhilde,
Kuruldu heymeler merkezde, serhadde, menâzilde

Vatan evlâdı önce başlandı mahv-u i’dâma,
Büründü serteser her yer sehâb-ı zulm-ü âlâma.

Zuhûra yüz tutunca bizdeki asâr-ı izmihlâl,
Görüldü başlarında hepsinin sevdâ-yı istiklâl

Cehâletten serîr-i hâkimiyyet çöktü alçaldı
Hulâsa mülk-ü milletten kuru bir iskelet kaldı.

Eskişehir, 5/2/1335

Neyzen Tevfik

24 Ağustos 2010 Salı

GÖKTIRMALAYAN DAL DAL GELİNCİĞİN HÜZNÜ





“Yar yüreğim yar gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var”

“Halk içinde bazıları benim gibi âşıklara gülüyor. Onların bize gülmesi yüreğimizin içindekileri bilmemelerindendir. Sen beni anlamak istiyorsan, hiç tereddüt etmeden yüreğimi yar, parçala. Yüreğimdeki sevgiyi ve sevgiliyi görünce her şeyi anlayacaksın. Bize gülenler, bizi anlamayanlardır.”






Gangama Teknesi


“Yar yüreğim yar gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var”



Pul şişesiydi yüreğim
Karaydı cümlesi kırıldım yine


Gözlerimdeki yaşın hesabı sorulur
Gör bak ellerin hali, n'olurum yine


El altında “el için yanma nara “
Gangama teknesi, dipten tararım yine


Kör duman kaplamış âdemelması
Ateş sarmış, karadut şerbeti içelim yine


Göktırmalayan dal dal çıplak gelinciğin hüznü
Yak bir cigara usulca tüttürelim yine


Yar düstur yar kızıl yeşil yaprak yaprak
Sür bir fikir -incecikten - yanalım yine


Bilinsin birincil başat VATAN SEVDAMIZ
Bu uğurda bu yolda ölelim artık






Nil Alaz





22 Ağustos 2010 Pazar

Merye'manakuşağı








Aklım kalbim bir seni söyler
Güneşe hasret kaç kış geçti
Zemberek kutusunda
Kurşuni siyah kuyruk acısı

- Küsülü geriye kalanlar-

İnce ayva tüylü kadın
Günlerce gürledi de
Yağdı buyurgan
Toprağa işlemedi yağmur

- Anbean gözyaşı tufanı kopar –

Varmayın üstüne
Üstüme sıçradıkça zifos
Kırık havalarda
Manzume yakarım

- Bir tütsü gözü umudum var -

Sen Hıdır Esin
Meryemanakuşağı yedi renkli
Bas sevdanı yüreğime bas
Hiç boşluk kalmasın

- Hayat yaşanmaya değer!



Nil Alaz


18 Ağustos 2010 Çarşamba

Birinci Koğuştan Haber

Yağmur insanı serseme çeviriyor
bir köşede unutulmuş un çuvalı
yel değirmeninin dönen kolu gibi
insan, yalın, süzgeçlerden geçen
şekersiz bir çay,
bekler kapısında tutsaklığın.

Görüş hücresinde gülüm
parmağını uzatsan,tutabilsem
dudağındaki tadı emebilsem

-Niye sormadın bunca yıl
nasıl bit yarıştırdık
çorbamızı tuzsuz ve renksiz karıştırdık
suçlarımızı kendimiz kovuşturduk
sana diyebilsem.

Görüş günü
yine gelmezsin
küheylan mı vurdu bacağına
yol mu çok ırak kentten
sen kimin yarisin,söyleyebilsen
yanağındaki pembe gülü
kalın camlar ardından
öpebilsem.

Yedi çocuk ve onların düşleri
yeni uyandırılmış uykularından
bir sabah alacasında tutuklandılar
parmaklarından bağladılar kelepçeyi
ağaçlar odada büyümez gardiyan
güneş serseme çevirir büyücüleri
gençlik babasını yemeli bir yerde
gençlik rüzğarla beslenmeli.
Ağaçlar odalarda büyümez gardiyan.

Koğuşun penceresinden doğruluyorum
yanım yozgat, karşım çankırı illeri
bir araba gelir durur kaleden yana
bu sabah kadınlar koğuşuna
gülveren’den remziye’yi getirdiler.
-Öğrencim remziye ne çabuk da büyümüş,
evlenmiş,yıllar geçiyor aradan-
eve ekmek getirmeyi unutan kocasını vurmuş,
ötesi, bir kara gözlü fatma’nın
kerhaneye dilekçesi kabul olunmamış
-çalmasaydım, ölecektim
nasihat, komser bey,
karın doyurmaz,demiş.

Yolunu bilmezdin cezaevinin Ana
sana da öğrettiler,
ne gereği vardı, bunca zahmet,
kavun,karpuz,incir, üzüm
iki gözüm,anam benim, sana da öğrettiler
mapusane er yuvasıdır,dediler
şimdi çevrede dikenli teller,jandarma
hücreler,koğuşlar,ranza
kelepçeler,demir parmaklık
alıştık be anam,bundan böyle
tut kuyruğunu çekiver.

Ey adalet, gün mü, gece mi unuttum, getirdiler
zından karanlık
seni ne arayan var ne soran
güzel yüzlü tecellin ne zaman
bir haber et.

Erdal Ceyhan

17 Ağustos 2010 Salı

!


HAZİRANDA ÖLMEK ZOR

orhan kemal'in güzel anısına


işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak


sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur


çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri


asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi


asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!


sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?


asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?


«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara


nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?


yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın


gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!




Hasan Hüseyin







------------------------------------------------------------------------------------
1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire.
Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "El elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler.

Hasan Hüseyin

15 Ağustos 2010 Pazar

KAVİL



SÖZÜM SÖZ


Hazandidem, havanın gözü yaşlı
O bitişik yazılarda ne bitişik aşklar saklıdır sende

Karyağsınisterseüstümüzebenliğimizhasırdemir
Ateşhattındanhayatdoluhaberuçurdumyine sana

Hediyem olsun sevgim başucu kitabında ben sen
Sen sadece gül tenimde teninde aç aç

SevgilimpakalnımızsözümüzSÖZ
Seninlehavalardanedegüzelsüzülürüz...



Nil Alaz



13 Ağustos 2010 Cuma

HEPİMİZ KARDEŞİZ*





...

"VE HEP AYNI TOPRAĞA AYNI AĞITI SÖYLÜYOR
ANADOLUDAKİ BÜTÜN DİNLER
EY BENİM 1000 YILLIK KARDEŞİM UNUTMA!
BENİMKİ KANAR SENİN PARMAĞINA ÇÖP BATSA"


Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye
Yaşamak dururken bu kavga ne diye
Dağlar oy oy yollar oy oy
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy oy
Bir kardeş kardeşi vuruyor ne diye
Bir ana ağlıyor evladım nerede
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy oy
Susmuyor silahlar feryat var gecede
Dinsin bu gözyaşı bitsin bu işkence
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy


HEPİMİZ KARDEŞİZ / KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ görseli

http://www.dailymotion.com/video/xef9cv_hepimiz-kardeyiz_music



Toplumsal şiir şiir derken toplumsal bilincin gereği olarak benimde katkım olsun aklımda gönlümde olan ne varsa yazmaya, o temaları işlemeye çalıştım , eksiğim varsa Af ola ...

İYİ SEYİRLER, İYİ DİNLEMELER...

.


ANADOLU NİNNİLERİ ALAZ ALAZ



Sonsuza dek….

Dünya döndükçe...... gür ormanları, bereketli ovaları seviyorum , dağlar tüm haşmetinle yerinde olsun başı dumanlı güneş doğar yüceden...bi ak bi ak, sular berrak çağlayarak akmakta, yağmur ah yağmur, hasat zamanı buğday tarlalarında olgun dolgun başaklar, gülümserler, başları dik gelincikler…
-Burçak ah burçak, dibekte dövünür, evin evin kardeş kardeş
Görmez misin?
Akdeniz fok balığının gözlerindeki yaşı
Turnaların “aşkla dansı”
Peri bacalarını yontar usta hattat rüzgâr güneş zaman
Pamuktan kalelerim sütbeyaz dokunsam ağlar kara bulutlar
Çeltik kabuğundan ayrılır “bebe”ler güle oynaya panayıra gitsinler
Güvercinim boynu yanal yanal yüreği pır pır bi takla bi takla daha atar
Ha uşaklarrr, haydee, vira vira!....bir taka yol alır, yeşille mavinin kaynaştığı yerden
Vatandaş Mustafa’yı da bilin, FIRTINA ÖZGÜR AKSIN* heyyyyyyyyyyy çek elini YEŞİL im den
Marmara’dan köpek balığı da çıkar, boğazın altından tersine akar bir nehir şelaleler bile var
Uzundur yolumuz, deli Fıratım Dumlu baba pınarından doğmakta bendini aşar
Ah çiçek çiçek rengârenk kuzularım şefkate muhtaç acıktıkça susadıkça meler
Kızıl MAVİ Diclem gelinim asi suyum “dağlar oyyy oyyy”
ANADOLU ninnilerini dinler Ağrı’m küçüğüm büyüğüm, zirvelerden eksik olmaz kar

İzmir’in güzel kızları “sarı odalar” ı sarı herkes kendinden kaçak “Yârim keskin bıçak”

Dertli “dolap niçin inilersin” dedim ” derdim vardır inilerim” dedi
CAN dedelerin dedesi çınarların altında lal taşından tespih çeker
Ellerimizde ciğerimizin yangın resmi göz yaşı katre katre
Ummanda nece güller bordo bordo alaz alaz
Nidalar ŞEHİDİM BAYRAĞIM VATAN SAĞOLSUN!

De hey git bozum havası
Tandır karası toprak yarası
Sağımız solumuz dolu duvar
Toplanın özüm çıkın mağaralarınızdan
Yek sükunet,..yek sükunet...


“Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı, değil mi?
Ama bu dünyada her şey olması gerektiği gibi olmuyor ki…”

Havada uzanan ışıktan yazılar
BARIŞ DOSTLUK BİR HUZUR

Kayıp ANADOLU şarkılarını dinleyelim, söyleyelim
Gün ışığı görsün dilimizde saz dilimizde söz
Çayda çıra oynayalım biz severiz oynamasını
Hey heyy, efeli de efeli gardaş gardaş e hadi
Sen bi soluk al da selvi boylu bardakta rakı iç
Ben ayran köpüğünde seve seve boğulayım
Sevdayla sen yanasın ben yanayım biz yanalım
Sana güneşim başımın tacısın dedim gecede
Ver elini ver dilini ver ballı ballı
- Hasbi al edelim… Yürüyelim
Taşlı tozlu dikenli patikalarda, anayolda hiç durmadan
Sonra yorgunluktan terli terli sırt sırta verelim
Gökkuşağının altından geçerek, yıldızları sayarak uykulara dalalım
Dön yüzüme dön dön de "NEFESİNİ NEFESİME SÜREYİM"

Çok özledim gelll KARDEŞİM , gellllll sarılalım


Çok özledik sütliman denizleri, fır hattında kanat çırpsın güvercinler şahinler
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.*
Cilvegözü akyaka'dan gürbulağa dilucu'ndan ipsala'ya sarp’a el ele göz göze yürek yüreğe uzanalım...


Yok, başka dünya
Yok, başka vatan

Canım TÜRKİYEM Canım ANADOLUM

TAM BAĞIMSIZLIK KAREKTERİMİZDİR*

YAŞIYORSAK BU VATADANDA BİRLİK ALINYAZIMIZDIR*


“ Yine görüşürüz...

Dostlarım benim
Yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
Beraber dövüşürüz...”

Beraber, yapacak çok işimiz var....

Nil Alaz












11 Ağustos 2010 Çarşamba

Aşksızlara Verme Öğüt


Foto:Nil Alaz -Kırmızı fasulye çiçeği /Trabzon- Haçka




Aşksızlara Verme Öğüt



Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil
Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil

Eksik olman ehillerden, kaça görün cahillerden
Tanrı bizar bahillerden, bahil didar görür değil

Kara taşa su koyarsan, elli sene ıslatır isen
Hemen taş yine bayağı, hünerli taş olur değil

Taştan çıkar türlü sular, ayağında biter neler
Cahil gönlü taştan beter, cahil gelmez gelir değil

Boz yapalak devlengice, emek yeme erte gece
Onun eşiği gözsepektir, salıp ördek alır değil

Şah balaban şahin doğan, zihi öğmüş onu öğen
Doğan zaif olur ise, doğanlıktan kalır değil

Ol iki cihan güneşi, zahir dünyasın değişti
Cahil onu öldü sanır, ol hod ölmez ölür değil

Yunus olma cahillerden, ırak kalma ehillerden
Cahil ne var mümin ise, cahillikte kalır değil

Yunus Emre

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Silahsız Bir Kalpaklıyım Ey Sevgili




Alaca karanlık bir ülkede
Silahsız bir kalpaklıyım ey sevgili
Ağıtlar yakmam boşa değil

Çiy tanesi düşmüş güzel dostlarıma
Ardına düştüğüm özgürlük türküleri
Artık eskimiş bir hava
Elifi görse MERTEK sananlarca
Küflenmiş raflarda kalmış
Ki günahı bizim
Açılan dünya penceresi
El göz kulak
Gönül erimi

Çaldığım her kapıda yitirilmiş anılar
Kürek kürek barut esmeri
-Öyküsünü tamamlamış yaşamlar
Biz bir bize devredenken yaşamı
Kuş kuşluğunu yapmakta-
Cahilin dümeni bozuk hece taşı
Yık da geç! Yık da geç! Ey sevgili


Ateşler atarız içimize gönlümüzde gani
Kaynıyor için için ömrühayat
Yüreklerde yağmur suyu birikintisi
Dilde akgünlük gözümüzün ale'm yaşı
Bir dargın bir barışık olsak da dostlar
“Böyledir bizim sevdamız “


Bülbülün sevdası da özgürlüğedir
En bıçak üstünde günlere bile
Tutunmak hayat memat
Tam bağımsızlık temel hakkımız


...ANADOLUM ANADOLUM oyy oyy ….
Oylum oylum güldür kadın analarımız
Şiir şiir nakışlıdır öykülerimiz
En ücra köşelere dek aydınlığa koşu er doru atlarımız
Sakarya Kızılırmak Yeşilırmak Karadeniz
Fırtına vadisinde Iğdır ovasında bir yürekte atarız
Asırlardır dört koldan hor hor akarsularımız
Tarih kanla canla başla yazar geçmişimizi
Akvadır daimdir TÜRK MUCİZESİ bilinir
- HÜRRİYETTİR sevdamız-

O MAVİ ses kükreyerek yine der ki ;
"Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!"

Gazi Mustafa KEMAL’im
Güneş tacım
Neredesin “sarı saçlım, mavi gözlüm,
neredesin dost, neredesin oy oyyyy “
"Gençlik Marşı"nı söyleyerek…
Çık da gel! Gel SAMSUN’DAN


Nil Alaz



7 Ağustos 2010 Cumartesi

KUŞ KANADINDAN






KUŞ KANADINDAN

Halim selim değilim,
baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur dert olur halim;
ezbere mecnunum bazı çöllerde.

Kırılır kolum kanadım,
naçar kalırım türkülerde;
anasız babasız, öksüz kalırım.
Yeşil kurbağalar öter yeşil göllerde,
ben garip, perişan gurbet ellerde.

Gurbet eller yoldur:
bir ucunda tevellüdüm müjdelenir,
kara haberim gelir öbür ucundan;
ve her çeşme başında üçe ayrılır.

Üç kardeşin en küçüğü ben avareye
kervan geçmez yollar salık verilir.
Gitmem demem.

Böyle yazmış yazan, aklı karalı
dere tepe, yokuş demem giderim.
Giderim de kanlı yaşlar dökerim,
akman demem, aksın varsın, silerim.

Elin olsun gül memeler arası,
meskenimdir benim hanlar, kahveler;
olmazsa, bahçeler, bağlar benimdir.
Benimdir ovalar, kartallar semti,
nerde akşam orda sabah ederim.
Yastıceğim taş olur,
"Altım toprak, üstüm yaprak"
ama gönlüm hoş olur.

Rumeli'nden bir türkü çalmayagörsün hele,
çıkmayagörsün Aliş Tuna Boyundan,
ilk kadehte sarhoşum.
İflah olmam artık, hekim kâr etmez,
efkârlanır içerim, içer efkârlanırım.
Komşu kızları mı, ölüm mü geçmez,
neler geçmez hatırımdan, bir ben bilirim.
Evvel ve ahir geçer,
Yunus-u biçare, Şair Nedim, sakiya,
ömrün tesellisidir; geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya.



Unuturum da sonra garipliğimi,
heheyyt!...derim bir, kuşlar, ağaçlar!
Ve çıkarım dağlara.
Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?
İznim olmayınca yasak macera.
Selamım, baş üstüne,
Kavgam, dert-yaş üstüne,
mazlumun âhıdır başımda esen
gocunsun paşalar, beyler
alimallah komam taş-taş üstüne.

Ve döğünsün eller, eller;
Ayvaz'ımın perçemi düşmüş sol kaş üstüne.
Çok sürmez velakin bu saltanatım,
tüfek icat olur,
hasetinden Kır-At'ım,
ben, arımdan ölürüm.

Niyazi AKINCIOĞLU






AJANS


Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."

Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.

Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.

Döğüştüler ve öldüler.

Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.

Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!

Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.

Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.

Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.

Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.

Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!

Yürüyüş, 9.1.1943






NİYAZİ AKINCIOĞLU





2 Ağustos 2010 Pazartesi

SerMestane





SerMestane



Karşımdaki dili zifir mezar kaçkını gibiydi
Dile kolay meyvesi yaprağı soluk gibiydi
“Bir tonik söylerdi, bin beş yüz sigarayla içerdi “
Dilenci çanağı gönlü ahla yanar çıra gibiydi


“Dağıtalım diyorum, çocuklar, bu kara dumanı
Gül alıp satmanın tamdır zamanı! ”





Nil Alaz



1 Ağustos 2010 Pazar

…Herhalde De Gönlümüzün İçi Yanmakta ….







MUHAVERE-İ TEBABÜLİYE




"Cahilleri sohbetten her dem süresim gelir"


Sebilhane bardağı gibi hep boynumuz bükük
Musalla taşında inleyen daltaban yalnızlığımız


Evlilik aşkı öldürüyor ki âlem bu alem




"Erenlerin sohbeti arttırır marifeti"


Nuruaynım ehlidil sevgim sırlıdır halkam kalbimden sana sözüm
Çınar altı kahvesinde irfan devşirilir irfan her daldan göverir yaprak

Canana doyulmaz ki derman bu ferman


Nil Alaz



28 Temmuz 2010 Çarşamba

Ferih Fahur ANAYURDUM insanı Yılmaz YILMAZ

...mavi gök kınalı kuzularım yılmaz YILMAZ meleşiriz SADE VATAN!


...

...


“hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç bir şeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.
her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.
Yarın bizim çünkü...”


dinle durnam dinle “biz yiğitlikleriyle destan yazmışız milletiz “


kona göçe bu dünyada / “dost ağlatır, düşman güldürür “
hepsi dönerli ayna / göbeller oynasın göbek havası
iki yol ağzındayız deme / özgürlüğü çoktan seçmişiz
ferih fahur / ANAYURDUM insanım yılmaz YILMAZ

desinler “dalyan gibi bir çocuktu” / arkadaş
… umut ekti/ umut biçti / umut verdi / UMUT derdi!..
desinler vatansızdı desinler / diyenler fermanlı deli
o çirkin kral "....yeri boş değil ki doldurulsun "

dinle durnam dinle!


“korkular, acılar ve zulüm yenilecektir bir gün,
insanoğlunun yıkılmaz inancı ezecektir vahşeti MUTLAKA EZECEKTİR!”


“Canım, Sevdiğim, Yüreğim...


Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin simdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.”

dinle durnam dinle!


MEMLEKETİM MEMLEKETİM benim

Atamın özsuyu da feriştah / anaların rahminde dolu yiğit
mavi gözlü / yeşil gözlü / bakır rengi / efeli he gardaş gardaş
.............bölünmeyiz böldürmeyiz / kanmayın kandırmayın
bizi bize kırdırmayın süt kokar ağızları meleşir kuzularım
ANA VATANIM ANADOLUM
insanım bu yoldan baş verir de dönmez dönmez






Nil Alaz


* Alıntılar YILMAZ GÜNEY'e aittir






24 Temmuz 2010 Cumartesi

“Hür kuşlar, kafesteki kuşların feryadına….Gelirler... “




“Hür kuşlar, kafesteki kuşların feryadına….Gelirler...


vara yoğa sitemkar hep ben ben biz haklıydık!
en iyi tanıdığım arkadaşım dostum en kabadayı yalnızlık


eritemedik şu yüce dağların karını, yaz günü gönlümüzde üşür
su akar uyutmazdı uyumazdık telli turnaların yakarısı da içli
dünya değişiyor çimenleri sökerler “ son kuşlar”da uçar
başka yerde aramayın beni kapınızda yoksulum

incecik hastalığım küsmeği marifet bilmeyin külünüze muhtacım

“ … hep kaçanı kovalayan huyumla, yazın peşindeyimdir…”
erisin gayri şu dağların karı ah garam garam ıtır ıtır
mutluluk hassas dalım tez elden kesişsin yollar
dövüşe dövüşe ilerlemeli ve terli terli öpüşmeli


dağlar dağlar dağların karı eridiğinde belki,
mezar taşımıza yazarlar;
- sadece sevdiler yaşadılar ve öldüler-


nil alaz




Sonu Tatlıya Bağlanan Kitaplar Yollayın Bana






Nazım Hikmet RANKökünde sevgi, gövdesinde aşk, dalında sosyalizm olan Nâzım Hikmet sadece bir şair değil. Nâzım Hikmet bir süreç, bir politika, bir yazım biçimi, insan anatomisti ve bir yaşam keşifçisi

Behice Demir

sevgilim konca gülüm,

başladı lehistan ovasında yolculuğum;

küçücük bir çocuğum,

bakıyorum ilk resimli kitabıma;

küçücük bir çocuğum,

sevinçler içinde, hayretler içinde;

küçücük bir çocuğum,

bakıyorum ilk resimli kitabıma

insanları, hayvanları, eşyaları,

daha renkli, daha güzel,

yeni baştan keşfederek. . .



Hangi söz hayatta gözlerini açmak isterse, dil kendine has dolanımlar yapsa, yürek bir diğer yüreğe ulaşmak isterse ve hangi özlem karşı kıyıya atmak isterse gemisini ilkin onun açtığı yoldan gidilir. Uzak kıyıların yaşamlarına… İşlediği konu zenginliği, yarattığı kişilerin bizden biri olma içtenliği kalır elimizde. Belleğimizin, emeğimizin fikrimizin ve inanmalarımızın devasal denizi Nâzım Hikmet ölümünün 46. yılında hâlâ aramızda. Dört kıta, yedi iklim içinde göz açıp kapayan her yüzün, şekle sığdırılan her emeğin, günü ağzı ile karşılayan kuşun, dalından gölge soyan ağacın yaşamla serüveni. Hepsi Nâzım Hikmet’in bize bıraktığı hatıranın mirastır. Herkese yeten, doyuran ve besleyen bir bitmezlikle… Bu bitmezlik kendi içinde insan olmaya dair ne kadar kaynak, bilgi, duygu, tarih ve süreç varsa hepsinin dünyasından oluşan düşünce ve şiir esintisi...

her yükümlülüğün gönüllü koşucusu

Yaşamın her yerinde ve her şeyinde kaynağından doğup anlamın yuvasında büyüyen; hissedişin, görmenin, dokunmanın, sevmenin ve sonuna kadar yanında durabilmenin, taraf kalabilmenin, şiirsel bahtiyarlığı… İnsandaki özgünlük, doğaya dair derinlik, zamana ait gidişat ve varolmanın koşulsuz tanışıklığı. Kişi ve karakterinin oluşum davası ve bunun ömür üstündeki gelgitleri. Fikre inanma onun iradesi ile karşında duran her engeli, uzaklığı, kavga ve zaferi göğüsleme cesareti. Yaşayabilme yükümlülüğünü sonuna kadar kullanma gözü karalığı. Yok etmenin türediği her türden zihni, fiili ve zorbalığın karşıt gönüldaşı olmak. Nâzım Hikmet her yükümlülüğün gönüllü koşucusu, önde olanı, sevdalısı ve yaratıcısı. Yaratıcılığın fanusunu kırıp kesifliğini ve öldürücülüğünü temizleyerek doğanın rahminden umudun, mutluluğun, dayanmanın ve insanileşmenin benliliğini filizlendiren her mevsimin çiçeklerini açtırır. Kelimeden çiçekler, ay ışığından düşler, sesten nehirler, geceden ömürler ekler zamana. Zaman kendi ruhunu eker önün bahçelerinde. Evlek evlek her renkten, dilden, kültürden, kıtadan insanın bir toprağı vardır onun yeryüzü kadar ki yüreğinde. Her halkın kapısında boy atan bir söz çınarı. Kökünde sevgi, gövdesinde aşk, dalında sosyalizm olan uçsuz bucaksız direnç çınarları... Asırlara dava açan bir kardeşlik türküsü... Nâzım hikmet, kendi yurdunun manzarasını yadırgamadan, küçümsemeden, örselemeden ve görmezden gelmeyecek kadar ülkesinin insanlarına dost, kardeş ve yoldaş olabilmenin sorumluluğunu taşımıştır. Yoldaşlığın siyasal bedelini ödemekten çekinmediği gibi onun sevgisi ile binlerce karanlıkta kalmış, tanınmamış, görülmek istenmemiş onlarca simanın hakkını tarihin masasına koymuş bir devrim ışığıdır. Bu ışık kendinden sonra ki kuşaklara yazımla, fikirle, duruş ve kararlılıkla temelini koruyan bir güç. Onun yaşamı pahasına ördüğü duvarlar üzerinden şiirin sütunları özgürlük göğüne kadar ulaşıyor. Düşün ve duygu dünyamıza serptiği kelimeler bugün binlerce çocuğun yüzünde, yüreğinde, elinden yeniden Hiroşima adına, Variova adına, İzmir rıhtımından Akdeniz’e bırakılan binlerce barış temennisidir. Onun hayalini kurduğu ‘dost ve sevgili olan hayat’ için hâlâ binlerce el bir arada Asya’dan Anadolu’ya ısrarla aynı tastan su içmenin inadında. Cumhuriyet’in tarihi kimliği, politik dokusu ve sosyal yapısı yüz yaşına gelmeden onlarca değişim, gelişim ve gerilikle yüz yüze kalırken Nâzım Hikmet’in sözlerden kurduğu güzel bir ülke hayaline her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Son yıllarda yapılan kaynaşma çabalarının altından yatan asıl eksikliğin Nâzım Hikmet’in işaret ettiği insanın insana kulluğunun nasıl ve nereden beslendiğinin en güzel kaynağının samimi, özgür, sevgiye inanan ve kişi ve iradelerinin yetersizliği olduğunu da görmek gerekiyor. Barış ya da kardeşliği hukuksal ve resmi formlara indirgeyenlerle barışmayı model edenler arasındaki duygu ve düşünüş yetersizliğinin en somut kanıtıdır. Nâzım Hikmet yıllar önce yazdı etle tırnak olamamanın hikâyesini. Ve bu hikâyeye kimlerin ne sebeple zülüm işkence ve ölüm kattığını da. Bugün bile hâlâ kardeş olmamanın bir ağaç gibi tek olmanın birleşikliğini başka temennilerle doldurmak isteyenlerin bir kere olsun Nâzım’ı okumalarında fayda var. Çünkü taslaklardan ziyade bizim tasalarımızdan, bağlarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Bunun için de Nâzım’ın uzattığı kanatlarla sonsuza ve kardeşliğe asılmamız gerekiyor.

Nâzım, BİR YAŞAM BİÇİMİ

Hayatta dair ne varsa onun yüreğinden geçip kendini yeniden tarif edebilmiştir... Neye elimizi atsak ve neyi hayatta katmaya çalışsak onun dizelere sığdırdığı kalıcılığın izlerini görürüz. İnsan, zaman, doğa ve canlı olan her şeyin bir dili, kimliği, tarihi ve anısı bulunur Nâzım Hikmet’in satırlarında. Elbette Nâzım Hikmet sadece bir şair değil, ve sadece bir kaç şiirle anlatılacak biri değil. Nâzım Hikmet bir süreç, bir politika, bir yazım biçimi, insan anatomisti ve bir yaşam keşifçisi. Yazı ile bir devir davacısı olmaktaki derinliği. Bir insanda yaşama atılan ne kadar uğraş varsa hepsi Nâzım Hikmet’te bir dil ve tarih bulur. Yazı ve şiire hayatın tüm kapılarını açan ve bu kapılardan tüm akisleri, sesleri, renkleri, ağırlıkları alan bir anlam deryası. Düşüncenin sınırsız olma görevi ile sınırları, yargıları, ayrımcılıkları ve tutsaklıkları kalemi ile parçalayan ve bir insan olma bilinci yaratan bir oluşturma ustası. Nâzım Hikmet’in bir şiiri ile tanışan kişi ruhunda iki dönem kavgaya tutuşur. Biri onsuz geçen sürenin dayanılmaz utancı; diğeri onunla geçmesi gereken zamanın sorumluluğu ve bilincidir. Her kelime Nâzım Hikmet’in elinde bir kale gibi taşıdığı anlamı yaşatır, besler, korur ve uğruna ölmeyi göze alır.

Nâzım Hikmet’le beraber ömür kazanan belli sözcükler var ki bunlar hem bir toplumun harçları hem de kişinin varlığındaki damar işlevini üstlenir. Sürgün, aşk, ayrılık, politika, mücadele… Ferdi ve sonuna kadar gidebilme, inanarak ölebilme cesurluğu. Söz, güzel ve özgür yaşama inançlı bir direnişçi Nâzım Hikmet. Şiirin düş gücünden koparak yeryüzüne dağılıp insanla filizlendiği o görkemli boy atmada yeniden doğmanın tadı Nâzım’ın, elinden çıkan her sözün hakkını sonuna kadar verir. Bugün hâlâ bu ülkede savaş, açlık, sefalet, göç, töre cinayeti, kan davası, aşiretçilik, açlık ve yoksunlukların binlercesi varsa bu Nâzım Hikmet’in okunmamasının ve evimizde bulunmayışının sonucudur.

destanından masal dinleme zamanı

Her türlü geriliğin, ayrımcılığın, kulluğun ve esaretin karşında durabilmek ve yaşamın her soluğunda ve parçasında bulunan canlıya sevgi duymak için yeniden Nâzım Hikmet’in destanlarından masal dinlemenin tam vakti.

Hayatı hâlâ hepimizin içinde bir parça da olsa yaşıyor. Eserleri ise, dünyanın bütün sevgileri, çocukları, âşıkları, aşkları, ağaçları kuşları, kelebekleri, denizleri, kelimeleri, sesleri, kadınları, erkekleri, zamanları ve düşleri.

Birgün Gazetesi

22 Temmuz 2010 Perşembe

Türk Biberi







Türk Biberi



Kardeşim!


Ahmet Mehmet Barış Asker Türk biberi yakar yakar
Değme taşa değer başa adı sade göğe yazılıdır

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelse
Düşman ağzınla asla ölmez çiçekler

Ezin başını kırın boynunu ölüsü kandilli makaralı kuşun
“Kirlilere sığınmayın/dedim ben size “

ANADOLUM ANADOLUM saçım gözüm mavi balkır balkır
Ağlama kardeş bu dünya sana da bana da yeter

Yeter artık! Öykülerde yüreklerde olmasın dilsiz sağır
Sevdalı Kardeş türküleri kardeşçe söylenir



Nil Alaz




AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP







AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil




19 Temmuz 2010 Pazartesi

ŞEYH BEDRETTİN DESTANI / NAZIM HİKMET


Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için



http://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/seyh_bedrettin_destani.htm




14 Temmuz 2010 Çarşamba

Gayya / Kuyusu








Gayya / Kuyusu


Ne kadar uzakta olsa da sevilenler
İsimler anıldıkça titrer gönüller


Her kadehin dibinde y/anık özlem kuşu
Ahhh ederrr inlerrrrr gayya / kuyusu


Ne kadar uzakta da olsa sevilenler
İsimler anıldıkça titrer gönüller






Nil Alaz

1984 Sinop- Kayaboğazı köyü 2010 Kocaeli- Seyrek






13 Temmuz 2010 Salı

Cemal Süreya

-“70.000 aşk ve 90.000.000 dize:
Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor!
N'olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme,
Yukardaki sayıya bir sıfır da sen ekle..”

-“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum…”

Şiir benim, dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım...ve kendimi hiçlemeyi bilişim... Daha önemlisi, yazgım olarak da görüyorum onu. Borç öder gibi mi yazdım şiirlerimi? Biraz öyle..."

http://mithatsarcan.blogspot.com/2010/06/cemal-sureya.html




9 Temmuz 2010 Cuma

BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ




BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ


Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
düsmüs dalgalara.
Isıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Basüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kıs aksamı gibi karanlığı korkunun.»
Bu türkü
diyor ki,
«Bir gülüsün atesiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmisiz rotamızı
dostların alkıslarıyla değil
gıcırtısıyla düsmanın
dislerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüsmek..»
Bu türkü diyor ki, «Isıklı büyük
ısıklı genis ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
rüzgâr
ve su...»
Basüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..

Nazım Hikmet

5 Temmuz 2010 Pazartesi

TÖVBE AYLARI





TÖVBE AYLARI



Süt ağacı sütanam sütbabam - Tanrı kayrası
Mercan tespihte dizili - tövbeli tövbesiz - tövbe ayları

Merdivenkovası ufku dar, ufku geniş, ufuk çizgisi
"Ermişim zirvesine bitmez kederim"

Ah kekre ellerinde barut tozu
Merhametsizce "korku dağları bekler"

Gönül tokluğuna bunca dert çekilir
Canciğerim çavgan uzaktan güler

Gülüşün çobanmerhemi
Sürün gayri yarama



Nil Alaz



Çavgan:Haberci, ses getiren- yağmur suyu,rüzgarla yağan yağmurun sağa sola çarpan damlacıkları





2 Temmuz 2010 Cuma

Sarı saçlım mavi gözlüm

AVAZ AVAZ









EMELİM O tatlı dil!
Hüsnügül’ün keskin kılıcı
Varsın yarı deli dolu olsun

Demirden nakışlı ağ
Beşer beşer yıldız yıldız
Taşkın taşkın gün seli

Aman ne yağmur yağmur
Aman ne yaman ayrılık ayrılık
Kor ateş gibi yakan kadın

Sevdalılar ülkesinden
Ruhumda süzülen rüzgâr
Erduru çıplak ve parlak ay

Gel! Gönlünden susadıkça yar
Gel! Avaz avaz koşarak
Gel! Vuslat şarabından içelim

Varacağız üç beş kadehte kızıl saçlı güneşe
Sarılacağız kanımız tutuşurken
Söylececeğiz türküleri özgür bi ser hoş





Nİl Alaz








1 Temmuz 2010 Perşembe

"Azade Mi Kunem"





.../ O Can' a





UMUT çiçek, çiçek açtı; beyaz, pembe


Bilirim küpeşteye yaklaşanı ayak sesinden
Gönülden gönüle nefes nefese sırsıklam
Bi sevdaya düşmüşüz


Dar penceremin önünde minik saksıda
Ufuklara doğru uzanan özgürlüğe
- Büyüyorsun – acı badem ağacım


Şu aralar var ya sen olmasan
Ölmek mi derdim
Yaşamak mı?


Hani bir karabina ağzında mermi
Mermiyle öpüşmek bizimkisi
Korkmuyorum, dudaklarımızdan fışkıran selen
Öpüştükçe haykırıyoruz “azade mi kunem”


Gök şen sen gülen ay parıldayan yıldızlar
Kana kana kanatarak seviştiğimiz günler
Hiç dinmesin bu yağmur...


Nil Alaz



30 Haziran 2010 Çarşamba

...





görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek
gün yüzünün hasretiyle tir-i âhımdan benüm

necati

28 Haziran 2010 Pazartesi

Yunus Emre Belgeseli




Zehirle pişmiş aşı, kim yemeye gelir

ANLAMADAN EYLEDİK











ANLAMADAN EYLEDİK

Dilsizler haberini, kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözün, can gerek anlayası

Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda, yokluktur sermayesi

Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte, sizden kim usanası

Yetmiş iki dil saçtı, araya sınır düştü
Evvel bakışı biz baktık, yermedik am-ü hası

Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli, bin İmran oğlu Musi

Yunus Emre








AŞK GELİCEK CÜMLE EKSİKLER BİTER

N'olur ise ko ki olsun n'olusar
Tek gönül Mevlayı bulsun n'olusar

Aşk denizi gene taşmış kan akar
Aşık-ı biçare dalsın n'olusar

Bu denize düşen ölür dediler
Ölür ise ko ki ölsün n'olusar

Aşk gelicek cümle eksikler biter
Bitmez ise ko ki kalsın n'olusar

Akıbet şol göze toprak dolusar
Bir gün öndün, ko ki dolsun n'olusar

Dünyanın mansıplariyle izzetin
Yunus kodu alan alsın n'olusar








AŞKINA DÜŞEN KİŞİ

Dost Senin aşkın oku, key katı taştan geçer
Aşkına düşen kişi, can ile baştan geçer

Dün ü gün zar olur, aşkın ile yar olur
Derd-i seri Sen olsan, düğeli işten geçer

Ariflere bu dünya hayal ü düş gibidir
Kendini Sana veren hayal ü düşten geçer

Başında aklı olan, ücretle amel kılmaz
Hurilere aldanmaz, göz ile kaştan geçer

Bu dünyanın sevgisi, ağulu aşa benzer
Sonunu sayan kişi, ağulu aştan geçer

Gerçek aşık ol ola, can vermiye ol ive
Dost ile bazar için, nice bin baştan geçer

Miskin Yunus ol Dostu, hakikat seven kişi
Uzlet ihtiyar eder, yad-ü bilişten geçer