28 Temmuz 2010 Çarşamba

Ferih Fahur ANAYURDUM insanı Yılmaz YILMAZ

...mavi gök kınalı kuzularım yılmaz YILMAZ meleşiriz SADE VATAN!


...

...


“hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç bir şeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.
her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.
Yarın bizim çünkü...”


dinle durnam dinle “biz yiğitlikleriyle destan yazmışız milletiz “


kona göçe bu dünyada / “dost ağlatır, düşman güldürür “
hepsi dönerli ayna / göbeller oynasın göbek havası
iki yol ağzındayız deme / özgürlüğü çoktan seçmişiz
ferih fahur / ANAYURDUM insanım yılmaz YILMAZ

desinler “dalyan gibi bir çocuktu” / arkadaş
… umut ekti/ umut biçti / umut verdi / UMUT derdi!..
desinler vatansızdı desinler / diyenler fermanlı deli
o çirkin kral "....yeri boş değil ki doldurulsun "

dinle durnam dinle!


“korkular, acılar ve zulüm yenilecektir bir gün,
insanoğlunun yıkılmaz inancı ezecektir vahşeti MUTLAKA EZECEKTİR!”


“Canım, Sevdiğim, Yüreğim...


Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin simdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.”

dinle durnam dinle!


MEMLEKETİM MEMLEKETİM benim

Atamın özsuyu da feriştah / anaların rahminde dolu yiğit
mavi gözlü / yeşil gözlü / bakır rengi / efeli he gardaş gardaş
.............bölünmeyiz böldürmeyiz / kanmayın kandırmayın
bizi bize kırdırmayın süt kokar ağızları meleşir kuzularım
ANA VATANIM ANADOLUM
insanım bu yoldan baş verir de dönmez dönmez






Nil Alaz


* Alıntılar YILMAZ GÜNEY'e aittir






24 Temmuz 2010 Cumartesi

“Hür kuşlar, kafesteki kuşların feryadına….Gelirler... “




“Hür kuşlar, kafesteki kuşların feryadına….Gelirler...


vara yoğa sitemkar hep ben ben biz haklıydık!
en iyi tanıdığım arkadaşım dostum en kabadayı yalnızlık


eritemedik şu yüce dağların karını, yaz günü gönlümüzde üşür
su akar uyutmazdı uyumazdık telli turnaların yakarısı da içli
dünya değişiyor çimenleri sökerler “ son kuşlar”da uçar
başka yerde aramayın beni kapınızda yoksulum

incecik hastalığım küsmeği marifet bilmeyin külünüze muhtacım

“ … hep kaçanı kovalayan huyumla, yazın peşindeyimdir…”
erisin gayri şu dağların karı ah garam garam ıtır ıtır
mutluluk hassas dalım tez elden kesişsin yollar
dövüşe dövüşe ilerlemeli ve terli terli öpüşmeli


dağlar dağlar dağların karı eridiğinde belki,
mezar taşımıza yazarlar;
- sadece sevdiler yaşadılar ve öldüler-


nil alaz




Sonu Tatlıya Bağlanan Kitaplar Yollayın Bana






Nazım Hikmet RANKökünde sevgi, gövdesinde aşk, dalında sosyalizm olan Nâzım Hikmet sadece bir şair değil. Nâzım Hikmet bir süreç, bir politika, bir yazım biçimi, insan anatomisti ve bir yaşam keşifçisi

Behice Demir

sevgilim konca gülüm,

başladı lehistan ovasında yolculuğum;

küçücük bir çocuğum,

bakıyorum ilk resimli kitabıma;

küçücük bir çocuğum,

sevinçler içinde, hayretler içinde;

küçücük bir çocuğum,

bakıyorum ilk resimli kitabıma

insanları, hayvanları, eşyaları,

daha renkli, daha güzel,

yeni baştan keşfederek. . .



Hangi söz hayatta gözlerini açmak isterse, dil kendine has dolanımlar yapsa, yürek bir diğer yüreğe ulaşmak isterse ve hangi özlem karşı kıyıya atmak isterse gemisini ilkin onun açtığı yoldan gidilir. Uzak kıyıların yaşamlarına… İşlediği konu zenginliği, yarattığı kişilerin bizden biri olma içtenliği kalır elimizde. Belleğimizin, emeğimizin fikrimizin ve inanmalarımızın devasal denizi Nâzım Hikmet ölümünün 46. yılında hâlâ aramızda. Dört kıta, yedi iklim içinde göz açıp kapayan her yüzün, şekle sığdırılan her emeğin, günü ağzı ile karşılayan kuşun, dalından gölge soyan ağacın yaşamla serüveni. Hepsi Nâzım Hikmet’in bize bıraktığı hatıranın mirastır. Herkese yeten, doyuran ve besleyen bir bitmezlikle… Bu bitmezlik kendi içinde insan olmaya dair ne kadar kaynak, bilgi, duygu, tarih ve süreç varsa hepsinin dünyasından oluşan düşünce ve şiir esintisi...

her yükümlülüğün gönüllü koşucusu

Yaşamın her yerinde ve her şeyinde kaynağından doğup anlamın yuvasında büyüyen; hissedişin, görmenin, dokunmanın, sevmenin ve sonuna kadar yanında durabilmenin, taraf kalabilmenin, şiirsel bahtiyarlığı… İnsandaki özgünlük, doğaya dair derinlik, zamana ait gidişat ve varolmanın koşulsuz tanışıklığı. Kişi ve karakterinin oluşum davası ve bunun ömür üstündeki gelgitleri. Fikre inanma onun iradesi ile karşında duran her engeli, uzaklığı, kavga ve zaferi göğüsleme cesareti. Yaşayabilme yükümlülüğünü sonuna kadar kullanma gözü karalığı. Yok etmenin türediği her türden zihni, fiili ve zorbalığın karşıt gönüldaşı olmak. Nâzım Hikmet her yükümlülüğün gönüllü koşucusu, önde olanı, sevdalısı ve yaratıcısı. Yaratıcılığın fanusunu kırıp kesifliğini ve öldürücülüğünü temizleyerek doğanın rahminden umudun, mutluluğun, dayanmanın ve insanileşmenin benliliğini filizlendiren her mevsimin çiçeklerini açtırır. Kelimeden çiçekler, ay ışığından düşler, sesten nehirler, geceden ömürler ekler zamana. Zaman kendi ruhunu eker önün bahçelerinde. Evlek evlek her renkten, dilden, kültürden, kıtadan insanın bir toprağı vardır onun yeryüzü kadar ki yüreğinde. Her halkın kapısında boy atan bir söz çınarı. Kökünde sevgi, gövdesinde aşk, dalında sosyalizm olan uçsuz bucaksız direnç çınarları... Asırlara dava açan bir kardeşlik türküsü... Nâzım hikmet, kendi yurdunun manzarasını yadırgamadan, küçümsemeden, örselemeden ve görmezden gelmeyecek kadar ülkesinin insanlarına dost, kardeş ve yoldaş olabilmenin sorumluluğunu taşımıştır. Yoldaşlığın siyasal bedelini ödemekten çekinmediği gibi onun sevgisi ile binlerce karanlıkta kalmış, tanınmamış, görülmek istenmemiş onlarca simanın hakkını tarihin masasına koymuş bir devrim ışığıdır. Bu ışık kendinden sonra ki kuşaklara yazımla, fikirle, duruş ve kararlılıkla temelini koruyan bir güç. Onun yaşamı pahasına ördüğü duvarlar üzerinden şiirin sütunları özgürlük göğüne kadar ulaşıyor. Düşün ve duygu dünyamıza serptiği kelimeler bugün binlerce çocuğun yüzünde, yüreğinde, elinden yeniden Hiroşima adına, Variova adına, İzmir rıhtımından Akdeniz’e bırakılan binlerce barış temennisidir. Onun hayalini kurduğu ‘dost ve sevgili olan hayat’ için hâlâ binlerce el bir arada Asya’dan Anadolu’ya ısrarla aynı tastan su içmenin inadında. Cumhuriyet’in tarihi kimliği, politik dokusu ve sosyal yapısı yüz yaşına gelmeden onlarca değişim, gelişim ve gerilikle yüz yüze kalırken Nâzım Hikmet’in sözlerden kurduğu güzel bir ülke hayaline her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Son yıllarda yapılan kaynaşma çabalarının altından yatan asıl eksikliğin Nâzım Hikmet’in işaret ettiği insanın insana kulluğunun nasıl ve nereden beslendiğinin en güzel kaynağının samimi, özgür, sevgiye inanan ve kişi ve iradelerinin yetersizliği olduğunu da görmek gerekiyor. Barış ya da kardeşliği hukuksal ve resmi formlara indirgeyenlerle barışmayı model edenler arasındaki duygu ve düşünüş yetersizliğinin en somut kanıtıdır. Nâzım Hikmet yıllar önce yazdı etle tırnak olamamanın hikâyesini. Ve bu hikâyeye kimlerin ne sebeple zülüm işkence ve ölüm kattığını da. Bugün bile hâlâ kardeş olmamanın bir ağaç gibi tek olmanın birleşikliğini başka temennilerle doldurmak isteyenlerin bir kere olsun Nâzım’ı okumalarında fayda var. Çünkü taslaklardan ziyade bizim tasalarımızdan, bağlarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Bunun için de Nâzım’ın uzattığı kanatlarla sonsuza ve kardeşliğe asılmamız gerekiyor.

Nâzım, BİR YAŞAM BİÇİMİ

Hayatta dair ne varsa onun yüreğinden geçip kendini yeniden tarif edebilmiştir... Neye elimizi atsak ve neyi hayatta katmaya çalışsak onun dizelere sığdırdığı kalıcılığın izlerini görürüz. İnsan, zaman, doğa ve canlı olan her şeyin bir dili, kimliği, tarihi ve anısı bulunur Nâzım Hikmet’in satırlarında. Elbette Nâzım Hikmet sadece bir şair değil, ve sadece bir kaç şiirle anlatılacak biri değil. Nâzım Hikmet bir süreç, bir politika, bir yazım biçimi, insan anatomisti ve bir yaşam keşifçisi. Yazı ile bir devir davacısı olmaktaki derinliği. Bir insanda yaşama atılan ne kadar uğraş varsa hepsi Nâzım Hikmet’te bir dil ve tarih bulur. Yazı ve şiire hayatın tüm kapılarını açan ve bu kapılardan tüm akisleri, sesleri, renkleri, ağırlıkları alan bir anlam deryası. Düşüncenin sınırsız olma görevi ile sınırları, yargıları, ayrımcılıkları ve tutsaklıkları kalemi ile parçalayan ve bir insan olma bilinci yaratan bir oluşturma ustası. Nâzım Hikmet’in bir şiiri ile tanışan kişi ruhunda iki dönem kavgaya tutuşur. Biri onsuz geçen sürenin dayanılmaz utancı; diğeri onunla geçmesi gereken zamanın sorumluluğu ve bilincidir. Her kelime Nâzım Hikmet’in elinde bir kale gibi taşıdığı anlamı yaşatır, besler, korur ve uğruna ölmeyi göze alır.

Nâzım Hikmet’le beraber ömür kazanan belli sözcükler var ki bunlar hem bir toplumun harçları hem de kişinin varlığındaki damar işlevini üstlenir. Sürgün, aşk, ayrılık, politika, mücadele… Ferdi ve sonuna kadar gidebilme, inanarak ölebilme cesurluğu. Söz, güzel ve özgür yaşama inançlı bir direnişçi Nâzım Hikmet. Şiirin düş gücünden koparak yeryüzüne dağılıp insanla filizlendiği o görkemli boy atmada yeniden doğmanın tadı Nâzım’ın, elinden çıkan her sözün hakkını sonuna kadar verir. Bugün hâlâ bu ülkede savaş, açlık, sefalet, göç, töre cinayeti, kan davası, aşiretçilik, açlık ve yoksunlukların binlercesi varsa bu Nâzım Hikmet’in okunmamasının ve evimizde bulunmayışının sonucudur.

destanından masal dinleme zamanı

Her türlü geriliğin, ayrımcılığın, kulluğun ve esaretin karşında durabilmek ve yaşamın her soluğunda ve parçasında bulunan canlıya sevgi duymak için yeniden Nâzım Hikmet’in destanlarından masal dinlemenin tam vakti.

Hayatı hâlâ hepimizin içinde bir parça da olsa yaşıyor. Eserleri ise, dünyanın bütün sevgileri, çocukları, âşıkları, aşkları, ağaçları kuşları, kelebekleri, denizleri, kelimeleri, sesleri, kadınları, erkekleri, zamanları ve düşleri.

Birgün Gazetesi

22 Temmuz 2010 Perşembe

Türk Biberi







Türk Biberi



Kardeşim!


Ahmet Mehmet Barış Asker Türk biberi yakar yakar
Değme taşa değer başa adı sade göğe yazılıdır

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelse
Düşman ağzınla asla ölmez çiçekler

Ezin başını kırın boynunu ölüsü kandilli makaralı kuşun
“Kirlilere sığınmayın/dedim ben size “

ANADOLUM ANADOLUM saçım gözüm mavi balkır balkır
Ağlama kardeş bu dünya sana da bana da yeter

Yeter artık! Öykülerde yüreklerde olmasın dilsiz sağır
Sevdalı Kardeş türküleri kardeşçe söylenir



Nil Alaz




AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP







AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil




19 Temmuz 2010 Pazartesi

ŞEYH BEDRETTİN DESTANI / NAZIM HİKMET


Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için



http://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/seyh_bedrettin_destani.htm




14 Temmuz 2010 Çarşamba

Gayya / Kuyusu








Gayya / Kuyusu


Ne kadar uzakta olsa da sevilenler
İsimler anıldıkça titrer gönüller


Her kadehin dibinde y/anık özlem kuşu
Ahhh ederrr inlerrrrr gayya / kuyusu


Ne kadar uzakta da olsa sevilenler
İsimler anıldıkça titrer gönüller






Nil Alaz

1984 Sinop- Kayaboğazı köyü 2010 Kocaeli- Seyrek






13 Temmuz 2010 Salı

Cemal Süreya

-“70.000 aşk ve 90.000.000 dize:
Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor!
N'olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme,
Yukardaki sayıya bir sıfır da sen ekle..”

-“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum…”

Şiir benim, dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım...ve kendimi hiçlemeyi bilişim... Daha önemlisi, yazgım olarak da görüyorum onu. Borç öder gibi mi yazdım şiirlerimi? Biraz öyle..."

http://mithatsarcan.blogspot.com/2010/06/cemal-sureya.html




9 Temmuz 2010 Cuma

BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ




BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ


Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
düsmüs dalgalara.
Isıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Basüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kıs aksamı gibi karanlığı korkunun.»
Bu türkü
diyor ki,
«Bir gülüsün atesiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmisiz rotamızı
dostların alkıslarıyla değil
gıcırtısıyla düsmanın
dislerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüsmek..»
Bu türkü diyor ki, «Isıklı büyük
ısıklı genis ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
rüzgâr
ve su...»
Basüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..

Nazım Hikmet

5 Temmuz 2010 Pazartesi

TÖVBE AYLARI





TÖVBE AYLARI



Süt ağacı sütanam sütbabam - Tanrı kayrası
Mercan tespihte dizili - tövbeli tövbesiz - tövbe ayları

Merdivenkovası ufku dar, ufku geniş, ufuk çizgisi
"Ermişim zirvesine bitmez kederim"

Ah kekre ellerinde barut tozu
Merhametsizce "korku dağları bekler"

Gönül tokluğuna bunca dert çekilir
Canciğerim çavgan uzaktan güler

Gülüşün çobanmerhemi
Sürün gayri yarama



Nil Alaz



Çavgan:Haberci, ses getiren- yağmur suyu,rüzgarla yağan yağmurun sağa sola çarpan damlacıkları





2 Temmuz 2010 Cuma

Sarı saçlım mavi gözlüm

AVAZ AVAZ









EMELİM O tatlı dil!
Hüsnügül’ün keskin kılıcı
Varsın yarı deli dolu olsun

Demirden nakışlı ağ
Beşer beşer yıldız yıldız
Taşkın taşkın gün seli

Aman ne yağmur yağmur
Aman ne yaman ayrılık ayrılık
Kor ateş gibi yakan kadın

Sevdalılar ülkesinden
Ruhumda süzülen rüzgâr
Erduru çıplak ve parlak ay

Gel! Gönlünden susadıkça yar
Gel! Avaz avaz koşarak
Gel! Vuslat şarabından içelim

Varacağız üç beş kadehte kızıl saçlı güneşe
Sarılacağız kanımız tutuşurken
Söylececeğiz türküleri özgür bi ser hoş





Nİl Alaz








1 Temmuz 2010 Perşembe

"Azade Mi Kunem"





.../ O Can' a





UMUT çiçek, çiçek açtı; beyaz, pembe


Bilirim küpeşteye yaklaşanı ayak sesinden
Gönülden gönüle nefes nefese sırsıklam
Bi sevdaya düşmüşüz


Dar penceremin önünde minik saksıda
Ufuklara doğru uzanan özgürlüğe
- Büyüyorsun – acı badem ağacım


Şu aralar var ya sen olmasan
Ölmek mi derdim
Yaşamak mı?


Hani bir karabina ağzında mermi
Mermiyle öpüşmek bizimkisi
Korkmuyorum, dudaklarımızdan fışkıran selen
Öpüştükçe haykırıyoruz “azade mi kunem”


Gök şen sen gülen ay parıldayan yıldızlar
Kana kana kanatarak seviştiğimiz günler
Hiç dinmesin bu yağmur...


Nil Alaz