30 Ağustos 2010 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL







MUSTAFA KEMAL

dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im

diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im

nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im


karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im

ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im

ATİLLA İLHAN




27 Ağustos 2010 Cuma

Love Me No More

http://www.vizyonfilmizle.net/4777-love-me-no-more-izle.html/comment-page-1#comment-19054

GEÇERİM

Geçen gençlik günlerine yanmıyan
Yok gibidir, bense bakar geçerim.
Yoku vara, varı hiçe gömerek
Her solukta bir gam yakar geçerim.

Durulmadı gitti belirsiz başım,
Kardaşımdan başka herkes kardaşım.
Kader, zaman, kader, hicrân yoldaşım,
Dertli ırmak oldum, akar geçerim.

Devrin siyâseti pek saçma sapan,
Pişirdiği pazarlıklar çok yavan,
Matbu’atın ocağında kaynayan
Kazanlara bir kulp takar geçerim.

Araştırdım hakiykat notlarında,
Yok bir ma’na dehrin vur tutlarında,
Şi’rimdeki duygu bulutlarında
Bir şimşeğim, hicrân çakar geçerim.

Göz kapamam hiç bir Tûr’un nûruna,
Perde açtım İsrâfil’in sûruna,
Kalbimdeki yanan aşkın uğruna
Cehennemi yakar yıkar geçerim.

Anladın mı beni yakan o piri ?
Neyle meyle bak ne yaptı fakîri
Ebedleri kucaklıyan esiri
Ma’na gibi deler, çıkar geçerim.

Bulamazsın cevherimi bir kânda,
Gömülüyüm bir mukaddes nihânda,
Gönlümdeki ışığımla bir anda
Yüz bin Leylâ sever bıkar geçerim.

Neyzen gibi serserinin fakîyr’in
Mihrâbıyım içindeki zamîrin,
Men-Rabbüke diyen Münkir, Nekir’in
Defterini dürer, tıkar geçerim.

Tıp Fakültesi Hastahanesi 1337

Neyzen Tevfik

İSKELET

Sen, ey tarih-i millet, ey şehâdetnâme-i ecdâd,
Haber ver böyle günlerde, ederdin kimden istimdâd?

Uyan bir kerre bak mülke sen ey pürşân olan mazi,
Yıkıldı üstüne halin şu kanlı kirli enkazı.

Şu binlerce zinâ-zâde vatan bâziçe olmuştur.
Ocak’ lardan esâs-ı devlete kundak konulmuştur.

Sunuldu millete zehrâb-ı şer câm-ı cehâletle,
Yed-i İblis’i bûs etti eşekler hüsn-i niyyetle.

Mületevvestir bugün cümle devair siyn-ü zilletle,
Yazılmıştır vukûat-ı ahire hun-ı milletle.

Nezâretler, irâdetler verildi usta Cavid’ e.
O demde başladı aylıkları ehlince tezyîde.

Uyup her dâire kanuna çevrildi fırıldıklar,
Usûl-i darbı tuttu Meclis-i Milli’ de yardaklar.

Çıkıp kürsi-i istikrâza keşkûl dest-i devlette,
Beyân-ı nutkeden bir cenfedâdır râh-ı millete.

Davul boynunda halkın, parsayı bir kaç şakıy toplar,
Ki onlar da Cemâl, Enver ile Tal’ât gibi hoplar.

Kaçarlar, dîdeden olmak nihân onlarca bir şey mi?
Vatan uğrunda tebdil-i mekân onlarca bir şey mi?

Sadedden çıktım amma hâtıra bir fıkra gelmiştir,
Eğer tasdi’ edersem de geçilmez, çünkü pek nâdir.

Var imiş çingenede bir ayı, bir de maymun,
Oynatır bunları gündüz üçü birden memnun.

Olarak avdet ederler ahıra her akşam,
Gel, yoğurtsuz durmazmış, acıkırmış bu ağam.

Yolda bir kâse yoğurdu alarak saklarmış,
O çıkınca dışarı maymun onu haklarmış.

Her ne artarsa dibinde ayının çehresine,
Sürerek hem çekilirmiş köşede hücresine.

Kahveden vakti gelince çıkarak çingâne,
Uzanırmış, ahıra doğru, yoğurtla nâne.

Bir bakarmış ki içinde çanağın yeller eser,
Bu işi hangisinin yaptığını aklı keser;

Öyle yâ işte na maymun, yatıyor başta yular,
Ağzını burnunu durmaz öteki vîra yalar.

Yapışırmış sobaya çingene işte o zaman,
Dayağı yer ayı maymun köşede hande-kûnân.

Şu bir fıkra, fakat insan için şayân-ı ibrettir,
Gülüp de geçme, tetkik et, tamamen bir hakiykattir.

Adem – abâd-ı mâziden gelir bir nevha-i efsüs,
Sımâh-ı millete çarpar, duyan kim? Mevce-i kâbûs.

Bu halkın ruhunu, iz’anını boğmuş cehâletle,
Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.

Kanında kalmamış, ecdâdının aşâr-ı vicdânı,
Takılmış boynuna lavk-ı esâret, işte bürhanı.

Berât-ı acz-ü zillet cephesinde hilkaten mestûr,
Necât-û fevz-ü hürriyyet, zafer indinde hep menfûr.

Tereddüd gözlerinde bi kararîye işârettir,
Sözünden tab’-bî rengi nükûle bir alâmettir.

Koşar ser-der hevâ her bir leîmin mâverâsından,
Nedir maksad sorulsa bî haberdir mâcerâsından.

Edâninin elinde şerre âlet, hakk-ı mazlûma,
Ocak’larda tüner her dem müşâbih bûm-ı meş’ûma.

Dilinde metu-i fetvâ-yı cinâyet vird-i dâimdir,
Zulümle kan akıtmak sanki dinî bir merâsimdir.

Belâ-yı kahr-u istibdada teşne şu’lesiz gözler,
O kâbûs-ı girânı vuslat-ı canân gibi özler.

Ocak’da and içirmişler bu hun- lisan-ı ma’lüme,
Hep onlar âşinâ Merkez’ deki esrâr-ı mektûme.

Biçer elbette kendi ektiğin herkes bu âlemde,
Bekaa yok sûr-ı şâdîde ve nâşâdî-i mâtemde.

Fakat kaanun-ı hikmette budur şer nâme-i defter;
Fazîlet muhyi-i şâdî, cehâlet mâteme müncer.

Esâs-ı pâydâri-i vatan, devlet adâlettir,
Maarif- ilm-ü fen, san’at, birer bâb-ı sa’adettir.

Belâ-yı cû’ ile endîşe-i ferdâ sokaklardan,
Temessül eylemiş, şekl-i ahâlide geçer her an.

Bütün gün milleti ta’kib eder bir div-i nevmîdî,
Girer sakf-u cidârından büyûtun tayf-ı tehdidi.

Emeller tîşe-i gamla kazılmış hufrede medfün,
Gönül küskün, kararmış dîdeler, erbâb-ı hak mescûn.

Açılmış dest-i eytâm-u erâmil arş-ı Rahman’a,
Kapanmış perde-i bu zulmistan-ı hüsrâna.

Şikâyet var, mehâkim yok; maraz çoktur, devâ mefkûd,
Belâ çok, def’ eden yoktur, yanar belde, sular mesdûd.

Giden gelmezse serhadde gelen de dönmez elbette,
Firâr etmişse askerden karar eyler şakavette,

Sadakat, hüsn-i hizmet hep mükâfata mukabildir.
Güler yüz, iltifât, ihsan-u eltâfa muadildir.

“Görüp ahk3am-ı asrı münhârif sıdk-u selâmetten
Çekildim izzet-ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.”

Deyen şu Dâhî-i â’zam, rehâ peymâ-yı millettir.
Açıp tarihi kabristanda say emsâlini bir bir:

Dayak, zindan, nefiy, gurbet, mezâlim, katl-u istibdâd.
Hakiykat ehline tatbiyk olunmak bizdedir mu’tad

Evet üç beş deni meydân-ı idlâle atılmıştır.
Hemen beş on beyinsiz bu eracîfe takılmıştır.

Cehâlet perde-pûş-i nazra-i idrâk-ü isti’dad.
Rezilet, sâlib-i şerm-ü hacâlet herçibâdabâd.

Âtaletten uyuşmuş mâr-i sermâ-dideye benzer,
Hazîz-i meskenetten sem saçar bu mel’anet göster.

İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedâbire,
Pes-ü belâsını görmek gelir güç çünkü hınzîre.

Şu on yıllık idâre sarstı mülkü taâ esâsından.
Anasır da vilâyetler gibi ayrılmada her an.

Açıldı saf-be saf harb-ü sefer hâriçte, dâhilde,
Kuruldu heymeler merkezde, serhadde, menâzilde

Vatan evlâdı önce başlandı mahv-u i’dâma,
Büründü serteser her yer sehâb-ı zulm-ü âlâma.

Zuhûra yüz tutunca bizdeki asâr-ı izmihlâl,
Görüldü başlarında hepsinin sevdâ-yı istiklâl

Cehâletten serîr-i hâkimiyyet çöktü alçaldı
Hulâsa mülk-ü milletten kuru bir iskelet kaldı.

Eskişehir, 5/2/1335

Neyzen Tevfik

24 Ağustos 2010 Salı

GÖKTIRMALAYAN DAL DAL GELİNCİĞİN HÜZNÜ





“Yar yüreğim yar gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var”

“Halk içinde bazıları benim gibi âşıklara gülüyor. Onların bize gülmesi yüreğimizin içindekileri bilmemelerindendir. Sen beni anlamak istiyorsan, hiç tereddüt etmeden yüreğimi yar, parçala. Yüreğimdeki sevgiyi ve sevgiliyi görünce her şeyi anlayacaksın. Bize gülenler, bizi anlamayanlardır.”






Gangama Teknesi


“Yar yüreğim yar gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var”



Pul şişesiydi yüreğim
Karaydı cümlesi kırıldım yine


Gözlerimdeki yaşın hesabı sorulur
Gör bak ellerin hali, n'olurum yine


El altında “el için yanma nara “
Gangama teknesi, dipten tararım yine


Kör duman kaplamış âdemelması
Ateş sarmış, karadut şerbeti içelim yine


Göktırmalayan dal dal çıplak gelinciğin hüznü
Yak bir cigara usulca tüttürelim yine


Yar düstur yar kızıl yeşil yaprak yaprak
Sür bir fikir -incecikten - yanalım yine


Bilinsin birincil başat VATAN SEVDAMIZ
Bu uğurda bu yolda ölelim artık






Nil Alaz





22 Ağustos 2010 Pazar

Merye'manakuşağı








Aklım kalbim bir seni söyler
Güneşe hasret kaç kış geçti
Zemberek kutusunda
Kurşuni siyah kuyruk acısı

- Küsülü geriye kalanlar-

İnce ayva tüylü kadın
Günlerce gürledi de
Yağdı buyurgan
Toprağa işlemedi yağmur

- Anbean gözyaşı tufanı kopar –

Varmayın üstüne
Üstüme sıçradıkça zifos
Kırık havalarda
Manzume yakarım

- Bir tütsü gözü umudum var -

Sen Hıdır Esin
Meryemanakuşağı yedi renkli
Bas sevdanı yüreğime bas
Hiç boşluk kalmasın

- Hayat yaşanmaya değer!



Nil Alaz


18 Ağustos 2010 Çarşamba

Birinci Koğuştan Haber

Yağmur insanı serseme çeviriyor
bir köşede unutulmuş un çuvalı
yel değirmeninin dönen kolu gibi
insan, yalın, süzgeçlerden geçen
şekersiz bir çay,
bekler kapısında tutsaklığın.

Görüş hücresinde gülüm
parmağını uzatsan,tutabilsem
dudağındaki tadı emebilsem

-Niye sormadın bunca yıl
nasıl bit yarıştırdık
çorbamızı tuzsuz ve renksiz karıştırdık
suçlarımızı kendimiz kovuşturduk
sana diyebilsem.

Görüş günü
yine gelmezsin
küheylan mı vurdu bacağına
yol mu çok ırak kentten
sen kimin yarisin,söyleyebilsen
yanağındaki pembe gülü
kalın camlar ardından
öpebilsem.

Yedi çocuk ve onların düşleri
yeni uyandırılmış uykularından
bir sabah alacasında tutuklandılar
parmaklarından bağladılar kelepçeyi
ağaçlar odada büyümez gardiyan
güneş serseme çevirir büyücüleri
gençlik babasını yemeli bir yerde
gençlik rüzğarla beslenmeli.
Ağaçlar odalarda büyümez gardiyan.

Koğuşun penceresinden doğruluyorum
yanım yozgat, karşım çankırı illeri
bir araba gelir durur kaleden yana
bu sabah kadınlar koğuşuna
gülveren’den remziye’yi getirdiler.
-Öğrencim remziye ne çabuk da büyümüş,
evlenmiş,yıllar geçiyor aradan-
eve ekmek getirmeyi unutan kocasını vurmuş,
ötesi, bir kara gözlü fatma’nın
kerhaneye dilekçesi kabul olunmamış
-çalmasaydım, ölecektim
nasihat, komser bey,
karın doyurmaz,demiş.

Yolunu bilmezdin cezaevinin Ana
sana da öğrettiler,
ne gereği vardı, bunca zahmet,
kavun,karpuz,incir, üzüm
iki gözüm,anam benim, sana da öğrettiler
mapusane er yuvasıdır,dediler
şimdi çevrede dikenli teller,jandarma
hücreler,koğuşlar,ranza
kelepçeler,demir parmaklık
alıştık be anam,bundan böyle
tut kuyruğunu çekiver.

Ey adalet, gün mü, gece mi unuttum, getirdiler
zından karanlık
seni ne arayan var ne soran
güzel yüzlü tecellin ne zaman
bir haber et.

Erdal Ceyhan

17 Ağustos 2010 Salı

!


HAZİRANDA ÖLMEK ZOR

orhan kemal'in güzel anısına


işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak


sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur


çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri


asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi


asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!


sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?


asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?


«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara


nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?


yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın


gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!




Hasan Hüseyin







------------------------------------------------------------------------------------
1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire.
Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "El elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler.

Hasan Hüseyin

15 Ağustos 2010 Pazar

KAVİL



SÖZÜM SÖZ


Hazandidem, havanın gözü yaşlı
O bitişik yazılarda ne bitişik aşklar saklıdır sende

Karyağsınisterseüstümüzebenliğimizhasırdemir
Ateşhattındanhayatdoluhaberuçurdumyine sana

Hediyem olsun sevgim başucu kitabında ben sen
Sen sadece gül tenimde teninde aç aç

SevgilimpakalnımızsözümüzSÖZ
Seninlehavalardanedegüzelsüzülürüz...



Nil Alaz



13 Ağustos 2010 Cuma

HEPİMİZ KARDEŞİZ*





...

"VE HEP AYNI TOPRAĞA AYNI AĞITI SÖYLÜYOR
ANADOLUDAKİ BÜTÜN DİNLER
EY BENİM 1000 YILLIK KARDEŞİM UNUTMA!
BENİMKİ KANAR SENİN PARMAĞINA ÇÖP BATSA"


Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye
Yaşamak dururken bu kavga ne diye
Dağlar oy oy yollar oy oy
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy oy
Bir kardeş kardeşi vuruyor ne diye
Bir ana ağlıyor evladım nerede
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy oy
Susmuyor silahlar feryat var gecede
Dinsin bu gözyaşı bitsin bu işkence
Dağlar oy oy yollar oy oy
Kardeş oy


HEPİMİZ KARDEŞİZ / KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ görseli

http://www.dailymotion.com/video/xef9cv_hepimiz-kardeyiz_music



Toplumsal şiir şiir derken toplumsal bilincin gereği olarak benimde katkım olsun aklımda gönlümde olan ne varsa yazmaya, o temaları işlemeye çalıştım , eksiğim varsa Af ola ...

İYİ SEYİRLER, İYİ DİNLEMELER...

.


ANADOLU NİNNİLERİ ALAZ ALAZ



Sonsuza dek….

Dünya döndükçe...... gür ormanları, bereketli ovaları seviyorum , dağlar tüm haşmetinle yerinde olsun başı dumanlı güneş doğar yüceden...bi ak bi ak, sular berrak çağlayarak akmakta, yağmur ah yağmur, hasat zamanı buğday tarlalarında olgun dolgun başaklar, gülümserler, başları dik gelincikler…
-Burçak ah burçak, dibekte dövünür, evin evin kardeş kardeş
Görmez misin?
Akdeniz fok balığının gözlerindeki yaşı
Turnaların “aşkla dansı”
Peri bacalarını yontar usta hattat rüzgâr güneş zaman
Pamuktan kalelerim sütbeyaz dokunsam ağlar kara bulutlar
Çeltik kabuğundan ayrılır “bebe”ler güle oynaya panayıra gitsinler
Güvercinim boynu yanal yanal yüreği pır pır bi takla bi takla daha atar
Ha uşaklarrr, haydee, vira vira!....bir taka yol alır, yeşille mavinin kaynaştığı yerden
Vatandaş Mustafa’yı da bilin, FIRTINA ÖZGÜR AKSIN* heyyyyyyyyyyy çek elini YEŞİL im den
Marmara’dan köpek balığı da çıkar, boğazın altından tersine akar bir nehir şelaleler bile var
Uzundur yolumuz, deli Fıratım Dumlu baba pınarından doğmakta bendini aşar
Ah çiçek çiçek rengârenk kuzularım şefkate muhtaç acıktıkça susadıkça meler
Kızıl MAVİ Diclem gelinim asi suyum “dağlar oyyy oyyy”
ANADOLU ninnilerini dinler Ağrı’m küçüğüm büyüğüm, zirvelerden eksik olmaz kar

İzmir’in güzel kızları “sarı odalar” ı sarı herkes kendinden kaçak “Yârim keskin bıçak”

Dertli “dolap niçin inilersin” dedim ” derdim vardır inilerim” dedi
CAN dedelerin dedesi çınarların altında lal taşından tespih çeker
Ellerimizde ciğerimizin yangın resmi göz yaşı katre katre
Ummanda nece güller bordo bordo alaz alaz
Nidalar ŞEHİDİM BAYRAĞIM VATAN SAĞOLSUN!

De hey git bozum havası
Tandır karası toprak yarası
Sağımız solumuz dolu duvar
Toplanın özüm çıkın mağaralarınızdan
Yek sükunet,..yek sükunet...


“Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı, değil mi?
Ama bu dünyada her şey olması gerektiği gibi olmuyor ki…”

Havada uzanan ışıktan yazılar
BARIŞ DOSTLUK BİR HUZUR

Kayıp ANADOLU şarkılarını dinleyelim, söyleyelim
Gün ışığı görsün dilimizde saz dilimizde söz
Çayda çıra oynayalım biz severiz oynamasını
Hey heyy, efeli de efeli gardaş gardaş e hadi
Sen bi soluk al da selvi boylu bardakta rakı iç
Ben ayran köpüğünde seve seve boğulayım
Sevdayla sen yanasın ben yanayım biz yanalım
Sana güneşim başımın tacısın dedim gecede
Ver elini ver dilini ver ballı ballı
- Hasbi al edelim… Yürüyelim
Taşlı tozlu dikenli patikalarda, anayolda hiç durmadan
Sonra yorgunluktan terli terli sırt sırta verelim
Gökkuşağının altından geçerek, yıldızları sayarak uykulara dalalım
Dön yüzüme dön dön de "NEFESİNİ NEFESİME SÜREYİM"

Çok özledim gelll KARDEŞİM , gellllll sarılalım


Çok özledik sütliman denizleri, fır hattında kanat çırpsın güvercinler şahinler
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.*
Cilvegözü akyaka'dan gürbulağa dilucu'ndan ipsala'ya sarp’a el ele göz göze yürek yüreğe uzanalım...


Yok, başka dünya
Yok, başka vatan

Canım TÜRKİYEM Canım ANADOLUM

TAM BAĞIMSIZLIK KAREKTERİMİZDİR*

YAŞIYORSAK BU VATADANDA BİRLİK ALINYAZIMIZDIR*


“ Yine görüşürüz...

Dostlarım benim
Yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
Beraber dövüşürüz...”

Beraber, yapacak çok işimiz var....

Nil Alaz












11 Ağustos 2010 Çarşamba

Aşksızlara Verme Öğüt


Foto:Nil Alaz -Kırmızı fasulye çiçeği /Trabzon- Haçka




Aşksızlara Verme Öğüt



Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil
Aşksız adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil

Eksik olman ehillerden, kaça görün cahillerden
Tanrı bizar bahillerden, bahil didar görür değil

Kara taşa su koyarsan, elli sene ıslatır isen
Hemen taş yine bayağı, hünerli taş olur değil

Taştan çıkar türlü sular, ayağında biter neler
Cahil gönlü taştan beter, cahil gelmez gelir değil

Boz yapalak devlengice, emek yeme erte gece
Onun eşiği gözsepektir, salıp ördek alır değil

Şah balaban şahin doğan, zihi öğmüş onu öğen
Doğan zaif olur ise, doğanlıktan kalır değil

Ol iki cihan güneşi, zahir dünyasın değişti
Cahil onu öldü sanır, ol hod ölmez ölür değil

Yunus olma cahillerden, ırak kalma ehillerden
Cahil ne var mümin ise, cahillikte kalır değil

Yunus Emre

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Silahsız Bir Kalpaklıyım Ey Sevgili




Alaca karanlık bir ülkede
Silahsız bir kalpaklıyım ey sevgili
Ağıtlar yakmam boşa değil

Çiy tanesi düşmüş güzel dostlarıma
Ardına düştüğüm özgürlük türküleri
Artık eskimiş bir hava
Elifi görse MERTEK sananlarca
Küflenmiş raflarda kalmış
Ki günahı bizim
Açılan dünya penceresi
El göz kulak
Gönül erimi

Çaldığım her kapıda yitirilmiş anılar
Kürek kürek barut esmeri
-Öyküsünü tamamlamış yaşamlar
Biz bir bize devredenken yaşamı
Kuş kuşluğunu yapmakta-
Cahilin dümeni bozuk hece taşı
Yık da geç! Yık da geç! Ey sevgili


Ateşler atarız içimize gönlümüzde gani
Kaynıyor için için ömrühayat
Yüreklerde yağmur suyu birikintisi
Dilde akgünlük gözümüzün ale'm yaşı
Bir dargın bir barışık olsak da dostlar
“Böyledir bizim sevdamız “


Bülbülün sevdası da özgürlüğedir
En bıçak üstünde günlere bile
Tutunmak hayat memat
Tam bağımsızlık temel hakkımız


...ANADOLUM ANADOLUM oyy oyy ….
Oylum oylum güldür kadın analarımız
Şiir şiir nakışlıdır öykülerimiz
En ücra köşelere dek aydınlığa koşu er doru atlarımız
Sakarya Kızılırmak Yeşilırmak Karadeniz
Fırtına vadisinde Iğdır ovasında bir yürekte atarız
Asırlardır dört koldan hor hor akarsularımız
Tarih kanla canla başla yazar geçmişimizi
Akvadır daimdir TÜRK MUCİZESİ bilinir
- HÜRRİYETTİR sevdamız-

O MAVİ ses kükreyerek yine der ki ;
"Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!"

Gazi Mustafa KEMAL’im
Güneş tacım
Neredesin “sarı saçlım, mavi gözlüm,
neredesin dost, neredesin oy oyyyy “
"Gençlik Marşı"nı söyleyerek…
Çık da gel! Gel SAMSUN’DAN


Nil Alaz



7 Ağustos 2010 Cumartesi

KUŞ KANADINDAN






KUŞ KANADINDAN

Halim selim değilim,
baştan kara ettiğim günler olur benim de.
Sevdiğim olur dert olur halim;
ezbere mecnunum bazı çöllerde.

Kırılır kolum kanadım,
naçar kalırım türkülerde;
anasız babasız, öksüz kalırım.
Yeşil kurbağalar öter yeşil göllerde,
ben garip, perişan gurbet ellerde.

Gurbet eller yoldur:
bir ucunda tevellüdüm müjdelenir,
kara haberim gelir öbür ucundan;
ve her çeşme başında üçe ayrılır.

Üç kardeşin en küçüğü ben avareye
kervan geçmez yollar salık verilir.
Gitmem demem.

Böyle yazmış yazan, aklı karalı
dere tepe, yokuş demem giderim.
Giderim de kanlı yaşlar dökerim,
akman demem, aksın varsın, silerim.

Elin olsun gül memeler arası,
meskenimdir benim hanlar, kahveler;
olmazsa, bahçeler, bağlar benimdir.
Benimdir ovalar, kartallar semti,
nerde akşam orda sabah ederim.
Yastıceğim taş olur,
"Altım toprak, üstüm yaprak"
ama gönlüm hoş olur.

Rumeli'nden bir türkü çalmayagörsün hele,
çıkmayagörsün Aliş Tuna Boyundan,
ilk kadehte sarhoşum.
İflah olmam artık, hekim kâr etmez,
efkârlanır içerim, içer efkârlanırım.
Komşu kızları mı, ölüm mü geçmez,
neler geçmez hatırımdan, bir ben bilirim.
Evvel ve ahir geçer,
Yunus-u biçare, Şair Nedim, sakiya,
ömrün tesellisidir; geçer,
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya.



Unuturum da sonra garipliğimi,
heheyyt!...derim bir, kuşlar, ağaçlar!
Ve çıkarım dağlara.
Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?
İznim olmayınca yasak macera.
Selamım, baş üstüne,
Kavgam, dert-yaş üstüne,
mazlumun âhıdır başımda esen
gocunsun paşalar, beyler
alimallah komam taş-taş üstüne.

Ve döğünsün eller, eller;
Ayvaz'ımın perçemi düşmüş sol kaş üstüne.
Çok sürmez velakin bu saltanatım,
tüfek icat olur,
hasetinden Kır-At'ım,
ben, arımdan ölürüm.

Niyazi AKINCIOĞLU






AJANS


Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."

Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.

Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.

Döğüştüler ve öldüler.

Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.

Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!

Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.

Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.

Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.

Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.

Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!

Yürüyüş, 9.1.1943






NİYAZİ AKINCIOĞLU





2 Ağustos 2010 Pazartesi

SerMestane





SerMestane



Karşımdaki dili zifir mezar kaçkını gibiydi
Dile kolay meyvesi yaprağı soluk gibiydi
“Bir tonik söylerdi, bin beş yüz sigarayla içerdi “
Dilenci çanağı gönlü ahla yanar çıra gibiydi


“Dağıtalım diyorum, çocuklar, bu kara dumanı
Gül alıp satmanın tamdır zamanı! ”





Nil Alaz



1 Ağustos 2010 Pazar

…Herhalde De Gönlümüzün İçi Yanmakta ….







MUHAVERE-İ TEBABÜLİYE




"Cahilleri sohbetten her dem süresim gelir"


Sebilhane bardağı gibi hep boynumuz bükük
Musalla taşında inleyen daltaban yalnızlığımız


Evlilik aşkı öldürüyor ki âlem bu alem




"Erenlerin sohbeti arttırır marifeti"


Nuruaynım ehlidil sevgim sırlıdır halkam kalbimden sana sözüm
Çınar altı kahvesinde irfan devşirilir irfan her daldan göverir yaprak

Canana doyulmaz ki derman bu ferman


Nil Alaz